Geçen sayıda yazımıza insanların geliştirdikleri ortak zevklerden söz açarak başlamış ve “Dönere Övgü”yle bir geleneğe işaret etmiştik. “Dönere Övgü” yazarı bu defa “Dönere Yergi” yazıyor. Övgüden sonra yergi. Ama dikkat sövgü değil!
Post-modern olan yerelliği, çok sesliliği ve farklı kültürel değerleri barındıran bir tarz olduğuna göre dönere övgü yazılabilirdi ve yazıldı. Eskiden ?herfene arifane? yapılırmış ve biz de ucundan kıyısından yetiştik bu güzel adete. ?Herfene?de esas olan, yiyecek namına evde ne varsa onu alıp eğlence evine götürmek ve ortak malzemeden yemek, ekmek, tatlı vb. yapmak ve hep birlikte yemekti. Biri yağ, biri un, diğeri şeker, öbürü su getirir ve helva yapılırdı. Zengin fakir ayrımı ortadan kalkar, herkes aynı sofraya çökerdi.
Düşündüm de bir yergiyi de hak eder döner. Kebap mı demeliydim yoksa? Her neyse… Ama belirtmeden geçemeyeceğim bir şey varsa o da kebabın parasal açıdan zenginlere özgü bir damak zevki olması gerekirken, zengin fakir herkesin bu zevke katıldığıdır. Nasıl mı?
Kuran kursunda okuduğumuz yıllarda köyde arkadaşlar et yemeye karar verince önce bulunacak şey neydi, tahmin edin bakalım? Et mi? Yoksa etin yenileceği ev mi? Hayır. En önce insan. Bu tabii ki büyükler için böyle değildir. Kaç kişi et yer, hesap yapılır kim yer sorulur ve belli bir sayı tamamlanmaya çalışılırdı. Kapı kapı dolaşıp sorduğumuz olurdu? İyi de yerilecek davranış neydi? Şuydu ki herkes et yemek isterdi ama ailenin maddi durumu buna elvermezdi. Evine aylarca et götürmemiş bir baba, çocuğunun birkaç saatlik keyfi için yaklaşık yedi sekiz kiloluk meyve parası vermek zorundaydı. Ben de dahil nice insan, boynu bükük bu zevkli daveti geri çevirmek zorunda kalmış ve mahcup olmuşuzdur. ?Hadi oğlum sen de gel ısrarları da cabası.?
Çocuklar bağımlıdır, baba ?olmaz? der ve olmaz. Para babadadır nihayetinde. Ya babalar kebap davetini nasıl geri çevirir dersiniz? Onlar et yemeye çağrıldıklarında gitmek zorundadırlar, daveti geri çevirmek söz konusu olamaz. Evine ayda bir kilo et almayan ya da alamayan aile reislerinin kışın haftada en az bir ya da iki kez et yemeye gitmelerine ne dersiniz? Bunu nasıl izah etmeli? ?Çay, kahve bahane, sohbet şahane? mi? Eve gece 12?den sonra dönerken birkaç cağ ile havalı bir şekilde eve dalmak mı? Erkeklik gösterisi mi? Hatıra bunalmak mı? Neyse ne… ama evdeki çoluk çocuğun hakkı iki-üç cağ mı? Sana beş cağ, evdekilere iki cağ. Bu mudur adalet, bu mudur babalık?
Sahi bir kilo etten kaç cağ çıkar. Yedi mi, sekiz mi?
Hadi cesaretle yazalım bunu da: Düşünsenize yediğiniz şeyin daha yağlı olması için özel çaba sarf ettiğinizi söyleseniz, nasıl bir tepki alırdınız bir şehirliden? Kebap, evet döner, ama kızaran yer üstte kalacak şekilde döner. Neden mi? Yağı yere akmasın ve üstünde kalsın diye. Kolesterol diye bir şey duydunuz mu dostlar? Kaderin cilvesine bakın ki memleketimde hastalık denince tansiyon akla gelir. Herkesin kendisi hakkında en fazla merak ettiği şey nedir bilir misiniz? Tansiyonunun kaç olduğu… Şöyle demeli: ?Bu ne yaman çelişki anne??
Benim kebabı sevmediğimi düşünmeye başladınızsa yanıldınız. Körpe bir kuzudan yapılmış kebabı ehliyle yemek bir zevktir, ama soğuk bir gece ertesinde mide bozulmaları ya da karın ağrılarına dayanmak şartıyla.
İki cağ yedikten sonra doymuş gibi yapanlar, midesi daha almayanlar, intileme olanlar, ısındıysa getirin yiyelim diyen aceleciler, yağlı, tuzlu biberli ve soğanlı yemeyenler, şişin dibini sevenler, kolcu kebabı yiyenler, pisikler dökülenleri toplayıp yiyenler, kebap yerken başı ağrıyanlar ve uyuyanlar, savılanlar ve şişleri çalınanlar! Size sesleniyorum? Siz savılmış, şişiniz çalınmış olabilir? Bir bakın bakalım!
insanlar döner yemesse doktorlar ilaç yapanlar ne yesin onlarada müşteri lazım
ender dadaşın bu konuda ne düşünür: