Kur’an Kursu’nda okumayı çok istiyordum. Neden dolayı sorarsanız, çünkü arkadaşlarım İstanbul’a gitmişlerdi (Cevdet Ağırman – Şeref Ağırman – Ünal Acar). Cevdet Ağırman bir gün bana mektup gönderdi. Onu okuduktan sonra Kuran Kursunda okuma hevesi bende doğal olarak başlamış oldu. Kuran kursuna kaydımı tarladan kaçarak yaptırdım. Köye geldikten sonra hemen fotoğraf çekildim ve ismimi İmam Hocaya (Hasan Acar) yazdırdım. Kaçma hadisesi şöyle olmuştu: Bir gün Kabanın Ögü’ndeki bizim tarlaya gittik, orada işimiz erken bitti ve babamın beni yanına alıp oduna götüreceğini anladım ve oradan köye kaçtım. Tabi rahmetlik babam biraz kızdı ama habersiz kaçtığıma kızmıştı, kursa yazılmama değil?
Medresede ilk olarak şu andaki muhtar odasında yüzünden okuduğum günler akılma geliyor. O zaman bayağı talebe vardı, tek oda vardı ve odanın etrafı peke idi. Pekenin üzerinde oturuyorduk. Kursa başlamadan önce ben yüzünden okumayı zaten biliyordum. Muhtar odasında bir süre okuduktan sonra eski caminin girişinde son cemaat yeri olan bir yer vardı, orada okumaya başladık. Çünkü talebe sayısı gittikçe çoğalıyordu, odaya sığmayınca hocamız bizi caminin içine aldı.
Bu arada Kuran Kursunda çalışma vardı. Alt kattaki büyük sınıfın duvarları boyanıyor, pencere altlarına lamber yapılıyordu. Derken Kuran Kursu yapıldı ve tamamlandı. Bu arada ben Hafızlığa başladım. Hafızlığa başlama tarihini tam olarak şöyle izah edeyim. Ramazan ayı Mayıs veya Haziran aylarında idi hatırladığım kadarıyla; Ramazan ayınında son günleri idi 28. cüz mukabelede okunacaktı. O gün muhterem İbrahim Hocam bana bu cüzün son iki sayfasını (Tahrim Süresi) ezberleyip ertesi gün ikindi namazından sonra camide ezbere okumamı söyledi.
Ben hemen Rahmetlik dedemin (Ferhat Helfe) yanına giderek durumu anlattım. Dedem bana dedi ki sen ezbere okuyacaksın, biz cemaat olarak dinleyeceğiz. Ben hemen başladım ezber yapmaya, tabi acemi hafız olduğumuz için birkaç defa yüzünden okudum. Güya ezbere okumaya kendimi alıştırıyorum; şöyle ki Kuran-ı Kerim’i biraz uzağa koydum ama açık duruyor, ben uzaktan bakarak okuyorum.
Baktım böyle olmayacak, dedemden yardım istedim. Dedem bana nasıl ezber yapacağım konusunda bayağı yardımcı olmuştu. Örneğin sayfayı üst taraftan değil de alt tarafından ezberlemeyi öğrettiğini hatırlıyorum böyle daha kolay ezberlersin demişti ve ben bir müddet bu formülle ezber yaptım. Ertesi gün geldi; ikindi namazında hocam bana işaret etti; ben de geçtim mihraba ve cemaate dönerek bana verilen sayfaları temiz bir şekilde okudum. Namazdan sonra hocam bana ?ve kalû kûnû?yü ezberle gel? dedi. Anlayacağınız hocamız beni test ediyordu; acaba hafız olur mu olmaz mı diye. Böylece Ramazan bayramı arefesinde hafızlığa başladım. Ben tabi eve gittim; başladım hevesli hevesli ezber yapmaya ve bu şekilde hafızlığa başlamış oldum.
Bu arada hafızlığa başladığım için evde benim dokunulmazlığım da başlamış oldu. Sabahları özel kahvaltılar yapıyorum bütün isteklerim hemen yerine getiriliyor. Neden çünkü biz okuyoruz. Bu konuda ailemin çok emeği olmuştur onların hakkını hiçbir zaman ödeyemem.
Velhasıl-ı kelam benden önce İhsan Sancar, Hasan Sancar ve Mustafa Sancar ezbere başlamışlardı. Ben 4. hafız oluyorum. Benden sonra diğer arkadaşlar Ali Kaya, Eşref Altaş, Şükrü (Harun) Kaya, Zakir Alkan, Hasan Kaya ve İlhami Akpınar ezbere başladılar. Ali Hocanın anlattığı gibi ben de ailemizin en küçüğü olduğum için bazı işleri bana yaptırıyorlardı. Mesela kışın sabahın köründe kalkıp ahırı süpürmek, akşam kaybolan (iten) malları aramak, hodaklık yapmak, bu gibi işleri yapıyordum.
Buraya kadar medrese öncesi durumu anlattım, bundan sonra da asıl mevzu olan medrese yıllarında aklımda kalan birkaç hatıramı anlatayım. Medresede herkesin başından geçen bir hatırası vardır. Kur?an-ı Kerim?de ham ezberlediğimiz sayfanın başına veya sonuna o gün vefat edenlerin ismini yazardık. O zaman böyle bir güzel adet vardı talebelerde. Bundan başka mesela mumlarla oynamak, sıraların üstünde paralarla oynamak, lastiklerle sinek avlamak gibi oyunlar oynanırdı medresede.
Bir gün dersimi yapamamıştım. Hafızlığımızın son ayları idi. 15 veya 16. cüzdeyiz. Ben ders yapmadığım için kursa gitmedim. Sabah kalktığımızda babam beni evde görünce niye kursa gitmediğimi sordu: ben de ?bu gün rüskatiye varmış, kursu tatil ettiler? dedim. Babam da ?o zaman hazırlan, oduna gidelim? dedi. Tabi beni korku sarmaya başladı. Neyse oduna gittik. Akşam geldim, kursa gitmemenin korkusu ile o dersi öyle bir ezberledim ki bir tane bile yanlış yok. Ertesi günü gittim derse, Hocamız sordu ?dün niye gelmedin? diye, ben de hasta olduğumu söyledim. Ama bundan önce yatsı namazında babamla hoca görüşmüşler ve benim yalan söylediğimi anlamışlar ve ben olayın içinden ancak iki dayakla sıyrıldım. Hem hocadan hem de babamdan yedim dayağı.
İkinci bir hatıram ise şöyle: 12. sayfaya başlamışım. İkinci cüzün on ikinci sayfasını bir türlü ezberleyemiyorum: Gece yarılarına kadar çalıştım olmadı, sinirlendim ve ?Ve?ktulûhum haysu segiftimûhüm ve ahricûhüm min haysu ahrecüküm? ile başlayan sayfayı yırttım. Sabah derse gittim; hocanın önüne koydum Kuran-ı Kerim?i? Tabi on ikinci sayfa ile on birinci sayfa olmadığı için başladım onuncu sayfadan okumaya; hocamız durumu fark eder etmez Kuran-ı Kerim?i karıştırmaya başladı. Bir taraftan da gülümseyerek bana bakıyor ama ben hiç bozuntuya vermiyorum ve bana ?dur? dedi ve durdum. Hoca dedi ki ?ula bu Kuran?ı ne yaptın böyle, bu cüzün bir sayfası eksik? dedi. Kuran-ı Kerim?in altına koyduğumuz takoz odunla bana omzumdan iki adet salladı, omuzlarım kırıldı zannettim. ?Kalk? dedi ?burdan seni gidi düzenbaz seni? ve kalktım. Tabi o sayfayı yırtmam benim iki ders geri kalmama sebep olmuştur. O cüzü üçüncü gün dedemden aldığım başka bir misefle (Mushaf) gidip hocamıza dinlettim.
Hocamız gerçekten bizi çok seviyordu ve biz de hocamızı seviyorduk ama bunun farkında değildik. Onu ne kadar kızdırırsak kızdıralım hiçbir zaman bizi yabana atmazdı; hep bir adım daha ileri gitmemizi isterdi. Çok merhametli idi. Döverdi ama dövmesi bile bize zevk veriyordu. Önce döverdi, sonra da dövdüğü talebenin yüzüne bakıp gülümserdi içinden. Hiç kimsenin ham dersini bir başkasına dinletmezdi geç de gelmiş olsa kendisi dinlerdi. Burada hocamızın bize yapmış olduğu iyiliklerini saymakla bitiremeyiz. Zaten bazı ortak duygularımızı Ali hafiz ve Muammer hafiz anlattılar. Tekrar benim de anlatmama gerek yok diye düşünüyorum.
Cenab-ı Hakk?tan önce bu hafızlık mesleğini köyümüzde başlatan tüm alim ve hocalarımızın ölenlerine (Ahmet Hoca, Karaligilin Yusuf Hoca, Yusuf Topal Hoca, İnce Hoca, Hafız İbrahim Hocamız) rahmet diliyorum. Dünyada kalan diğer hocalarımıza başta medar-ı iftiharımız Prof. Dr. Mustafa Ağırman Hocamız olmak üzere, Hasan Acar Hocamıza, abim Kerim Ağırman Hocaya, Olurlu Yasin Hocaya, Orcuklu Mehmet Duman Hocaya, Mollagilin Ali Ağırman Hocaya ve köyümüzde ve dışarıda olup da bizim okumamızda emeği geçen tüm insanlara sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
herkeze selam olsun
25 yıl önceydi, sanki dün gibi yaşamışız. Fatı nın anlattıkları, önceki yazıda Alı nın anlattıkları, ilk yazıdaki Muhamberin anlattıkları dün gibi hatıralarımızda. Tabi o günlere dönünce o günün isimleri yada çağrışımıyla yazdım.
Ya yaşadığımız ya da seyrettiğim bir hayatın izleri var bu yazılarda. Yani bir yerin de biz de varız.
Anlatımlar da hoş olmuş. canlı…
Sağolun, var olun.
Tatlı anlatımlarınızı başka yazılarda da okumak isteriz.