Etiket: Hasan Çelebi

12 kayıt bulundu

Hasan Çelebi Hocamıza Saygı Gecesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Hattat Hasan Çelebi’ye Saygı Gecesi”ne Katıldı (12.12.2014)

Üsküdar Belediyesi tarafından düzenlenen “Hattat Hasan Çelebi’ye Saygı Gecesi’ne katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, hat sanatının sadece güzel yazı olmadığını; büyük ve kadim bir medeniyetin, sınırları olmayan bir coğrafyanın ortak dili olduğunu vurgulayarak, “Bizim medeniyetimiz hattat Hasan Çelebi hocamızın engin gönlündeki birikimdir. Ona baktığımızda sadece hat sanatını değil, bütün medeniyeti görürüz” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Üsküdar Belediyesi tarafından düzenlenen “Hattat Hasan Çelebi’ye Saygı Gecesi”ne katıldı.

Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleşen törende yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Üsküdar Belediye Başkanı ve çalışma arkadaşlarına, önemli ve anlamlı geceyi düzenledikleri için şükranlarını dile getirdi.

“BİZİM MEDENİYETİMİZ HATTAT HASAN ÇELEBİ HOCAMIZIN ENGİN GÖNLÜNDEKİ BİRİKİMDİR”

Adına düzenlenen bu merasim vesilesiyle Hattat Çelebi’ye hürmetlerini sunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Allah’tan sağlıklı, uzun ve hayırlı nice ömür dilediğini kaydederek, “Hocam, elinize sağlık, gönlünüze sağlık, yüreğinize sağlık. Allah sizden razı olsun. Rabbim bir ömür boyu mürekkeple, kalemle, kamışla, kâğıtla dostluk yapmış o parmaklarınıza güç, kuvvet versin. Rabbim bir ömür boyu harflerin sırrının peşinde koşmuş, harflerin sırrına vakıf olmuş ve harflerle sırdaşlık yapmış yüreğinizden ferahlığı hiç ama hiç eksiltmesin. İnşallah ömrünüz boyunca öğrettiğiniz her bir harf için Rabbim size misliyle mukabele etsin, muamele etsin. Sadece yazdığınız, okuduğunuz, öğrettiğiniz harfler için de değil, sizin hatta döktüğünüz ve okunmasına vesile olduğunuz her bir harf için de Rabbim inşallah size misliyle ecir versin. Sürekli ‘bizim medeniyetimiz’ diyoruz ya. Bizim medeniyetimiz hattat Hasan Çelebi hocamızın engin gönlündeki birikimdir” dedi.

“HAT SANATI SADECE BİR YAZI DEĞİL, AYNI ZAMANDA BU COĞRAFYANIN ORTAK DİLİDİR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, adeta medeniyetin ete kemiğe bürünerek Hattat Hasan Çelebi olarak görüldüğünü, Çelebi’ye bakıldığında sadece hat sanatının değil, bütün medeniyetin görüldüğünü kaydetti. Van Merkez Camisi ile Üsküdar Selami Ali Camisi’nin ortak yanının kıblesi ve Çelebi’nin hatları olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Eskişehir’de Reşadiye Cami ile Medine-i Münevvere’de Ravza-i Mutahhara’nın ortak yanı ezanıdır, bir de hattat Hasan Çelebi’nin hatlarıdır. Kazakistan Almatı Camii’nde de onun el emeği vardır. Belçika Yunus Emre Camii’nde de onun göz nuru vardır. Hocası merhum Hamid Aytaç’ın mezar taşında da Mihrimah Sultan’ın Eyüp Sultan’daki kabrinin kitabesinde de onun ustalığı vardır” diye konuştu. Hat sanatının sadece güzel yazı olmadığını, coğrafya, harita ve büyük bir medeniyetin, kadim bir medeniyetin, sınırları olmayan bir coğrafyanın ortak dili olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, batılı bir aydının, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” sözünü hatırlatarak, “Diliniz neyse, dünyanız da odur” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kullanılan kelimelerin, kurulan cümlelerin sayısı neyse kişinin dünyası, tefekkürü ve tasavvurunun da o olduğunu söyledi.

“DİL; MEDENİYETİN, HAFIZANIN VE MİLLET OLABİLMENİN ANA VASFIDIR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dil sadece iletişim aracı demenin büyük bir haksızlık olduğunu belirterek, “Dil medeniyettir, gönüldür. En önemlisi de dil hafızadır. Çocukluğunuzu, bebekliğinizi bir hatırlamaya çalışın. Belli bir yaşın altında hiçbir şey hatırlayamadığınızı göreceksiniz. Çünkü dil yoksa hafıza yoktur. Bebek ne zaman ki dili öğrenir, kullanmaya başlar, işte o zaman kaydetmeye, hafızaya yazmaya başlar. Sadece bebekler için değil, dil milletler için de hafızadır. Merhum Cemil Meriç diyor ki: ‘Milletin ana vasfı devamlılıktır’. Dilde, terbiyede, gelenekte devamlılık. Dil; medeniyetin, hafızanın, millet olabilmenin ana vasfıdır. Bir toplumdan dilini alırsanız, o toplumun milliyetini, medeniyetini, hafızasını da almış olursunuz. Bunun bedelini çok ağır ödemiş bir millet olarak bunu söylüyorum. Bir toplumun diline kastederseniz, o toplumun dinine, kültürüne, sanatına da edebiyatına da kastetmiş olursunuz” dedi.

“ONCA SALDIRIYA RAĞMEN ARAPÇA, OSMANLICA, KÜRTÇE VE TÜRKÇE HAYATTADIR”

Birinci Dünya Savaşı’nın yıl dönümü olduğunu hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, çok kan aktığını, çok masumun katledildiğini, sınırların yeniden çizildiğini, yeni bölgeler icat edildiğini, yeni sömürü alanlarının ihdas edildiğini söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bütün bunların gelip geçebileceğini, bu düzenlemenin, bu kurgunun bozulacağını ifade ederek, “Ama o süreçte çok geniş bir coğrafyanın diline ve kültürüne de kastedilmiş, dil ve kültür üzerinde de kurgular yapılmak istenmiştir. İşte en tehlikelisi de budur. Allah bizi bundan muhafaza buyursun. Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun, bizi bundan muhafaza buyurmuştur. Yapılan onca saldırıya rağmen Arapça, Osmanlıca, Kürtçe hayattadır. Onca saldırıya rağmen Allah’a hamdolsun, Türkçe hayattadır. Örselenmiş, törpülenmiş olabiliriz. Acımasızca hızarlardan, değirmenlerden geçirilmiş, öğütülmeye çalışılmış olabiliriz. Ama dilimiz, dillerimiz büyük bir millet olmamızı temin edecek şekilde dimdik ayakta, dimdik hayattadır” diye konuştu.

TÜRK DÜŞÜNCESİNİN GEÇMİŞİ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merhum Cemil Meriç’ten, “600 yıldır cerrahi bir ameliyatla içtimai uzviyetinden koparılıp atılınca Türk düşüncesi boşta kalmıştır. Çünkü Batı’ya da tutunamamış, sırtını Batı tefekkürüne de dayayamamıştır. Uydurca ile bir ‘Hürriyet Kasidesi’, bir ‘Sis’, hatta bir ‘Erenlerin Bağından’ yaratılabilmesi için en az bir 600 yıla daha ihtiyaç var” şeklinde alıntı yaparak, “Evet çok büyük bir tahribat yaşanmıştır. Ama inanıyorum ki 600 yıla gerek kalmadan bu büyük tahribatı, bu büyük millet yeni nesillerle, genç nesillerle inşallah telafi edecektir. Babalarımız, dedelerimiz, yerde yazılı bir kâğıt gördüklerinde alırlardı, öperlerdi; adeta bir ekmek gibi onu muhafaza eder, ya da yüksekçe bir yere koyarlardı, çok kimsenin bununla alay etti, buna istihza ile yaklaştı, ‘Anlamını bilmediği kâğıdı Kur’an zannedip öpüyorlar’ diye çok kişi bu güzel gelenekle dalga geçtiler. Anlamadıkları şu¸ bu millet yazıya, hatta kaleme, kâğıda muhtevası her ne olursa olsun, hürmet gösteren bir millettir. Arapça ya da Osmanlıca harfler olduğu için değil, o, yazı olduğu için yerden alır, öper, yüksek bir yere koyarlardı. Manasını bilseler de, bilmeseler de okuyabilseler de, okuyamasalar da yazı onlar için muhteremdi, mübarekti” diye konuştu.

“CEHALETİ YOK EDEN İDRAK, İRFAN, AHLAK VE HİKMETTİR”

Erdoğan, “Bizde neden kitap, gazete okunmuyor?” diye zaman zaman tartışıldığını hatırlatarak, “Acaba yazıya gösterilen o hürmetin yitirilmiş olmasından olabilir mi? Bizde okuma yazma bilmeyene cahil denmez. Cahil başka bir şeydir, ümmi başka bir şeydir. Haşa, Hazreti Peygamber (as) okuma yazma bilmiyordu, yani ümmi idi. Cehaleti yok eden okuma yazma bilmek değildir, mektep medrese görmek değildir, kitaplar okumak, diplomalara sahip olmak değildir. Cehaleti yok eden idraktir, irfandır, ahlaktır ve hikmettir. Aramızda isminin başında profesör unvanı olan hocalarım var, tenzih ederim. Fakat Osmanlıca’nın bir yazı şekli olduğunu bilmeyen, Osmanlıca ile Türkçe’nin farklı iki dil olduğunu zanneden çok sözümona, okumuş görürsünüz. Meseleye yine de müspet cepheden bakmakta fayda var. Hafızamızı, damarlarımızı, köklerimizle olan irtibatımızı koparmaya yönelik tüm gayretlere rağmen Allah’a hamdolsun, dilimiz gibi tarihimizle aramızda köprümüz olan yazımız da ayakta kalmış, hayatta kalmış, bugünlere ulaşabilmiştir.”

“BİZİM MEDENİYETİMİZ SEVGİ VE AŞK MEDENİYETİ OLDUĞU KADAR AYNI ZAMANDA MEŞK MEDENİYETİDİR”

Hattat Hasan Çelebi’nin sadece hattat olmadığını, onun aynı zamanda “bu medeniyeti dipdiri ayakta tutan, geçmişten alıp bugüne taşıyan bir pınar, bir kaynak” olduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Hattat Hamid aynı şekilde ömrünü bir medeniyetin diri kalmasına vakfetmiş gerçek bir kahramandır. Bizim medeniyetimiz, kılıçlarla şekillenmiş değil, kalemle, kağıtla, mürekkeple, hokkayla şekillenmiş bir medeniyettir. Bizim medeniyetimiz, sevgi medeniyeti, aşk medeniyeti olduğu kadar, aynı zamanda meşk medeniyetidir. Şunu hiçbir zaman unutmayacak ve hiçbir zaman unutturmayacağız; Kur’an-ı Kerim Mekke’de nazil olmuş, Kahire’de okunmuş, İstanbul’da, bu topraklarda yazılmıştır” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’un yazının merkezi, her köşesiyle yazı ve hat olduğunu dile getirerek, “Dünyada hangi millet vardır ki medeniyetinin üzerine inşa edildiği yazıyı okuyamaz? Var mı böyle bir millet? Dünyada hangi millet vardır ki dedesinin mezar taşını okuyamaz? Dünyada hangi millet vardır ki iftihar ettiği şairleri, yazarları, münevverleri, âlimleri ilk kaynağından öğrenemez? Dünyada hangi millet vardır ki yazının merkezi bir şehirde devasa arşivlerde bulunan milyonlarca belgeleri okuyamaz?” diye sordu ve “George okur, Hans okur ama Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin okuyamaz” dedi.

“KİMSE OSMANLICADAN, OSMANLICANIN ÖĞRENİLMESİNDEN VE ÖĞRETİLMESİNDEN KORKMASIN”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bugün bile evlerimizin kapısına yazılan ‘Ya hafız’ lafzını okuyamayan, anlayamayan bir nesil düşünülebilir mi?” diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Hamdolsun, milletiz ki içimizden en azından bazıları bunları okuyabiliyor, içimizden bazıları okuyacak talebeler yetiştirebiliyor. Fakat bu bize yetmez. Hiç kimse bundan farklı manalar çıkarmaya kalkışmasın. Meseleyi farklı zeminlere çekip, böyle hayati bir meseleyi hiç kimse kör ideolojik bir zeminde lütfen ele almasın. Hele hele dedesinin mezar taşını okuyamıyor olmaktan mahcup olmak yerine, ‘Ne yapacağım mezar taşını okuyup da’ deyip, hiç kimse kompleksini böyle cesaretle lütfen itiraf etmesin. Bırakın bu üslubu müstemlekeciler, oryantalistler kullansın. Bu milletin evladı, bu toprağın evladı dedesiyle, ecdadıyla kendi öz medeniyetiyle irtibat kurmaya yönelik her gayret karşısında azıcık da olsa heyecan duyar. Ne diyorlar? ‘El uzaya gidiyor, biz Osmanlıca’yı tartışıyoruz’ diye meseleyi sulandırmaya çalışanlar var. Eğer sen yüzlerce yıllık hafızanı, birikimini, medeniyetini siler atarsan, işte sadece başkalarının uzaya gidişini seyredersin. Mesele budur. Üstelik daha nice asırlar boyunca da seyretmeye devam edersin. Kimse Osmanlıcadan, Osmanlıcanın öğrenilmesinden ve öğretilmesinden korkmasın. ‘Bana bir harf öğretenin kölesi olurum’. Bizim anlayışımız budur. Bizim çocuklarımız bırakalım bizi öğrensinler. Biz o imkânlara nail olamadık, en azından çocuklarımız, torunlarımız o imkanlara nail olsun. İstanbul’a belediye başkanı olduğum andan itibaren açtığımız kurslarda bunları başlattık. Eski yazı yoktur, eskimeyen yazı vardır. Bunu öğretmeye başladık. Bırakalım çocuklarımız o eskimeyen yazı ile yeniden buluşsunlar.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hattat Hasan Çelebi’nin Erzurum’un Oltu ilçesinden yola çıktığını, dayandığını, direndiğini, sabrettiğini, sebat ettiğini, her yasağa, her engele, her darbeye hatta sürgüne rağmen o eskimeyen yazıyı bugüne kadar taşıdığını, onun gibi nice kahramanın eskimeyen yazıyı bugünlere taşıdığını anlatırken, “İnanıyorum ki Osmanlıcanın daha yaygın öğretilmesi, en çok da onlar için büyük bir mana taşıyor. Hayatlarını ve hürriyetlerini verdikleri bir davanın bugün yeniden özgürlüğüne kavuşuyor olması, inanıyorum ki en çok da hattatlarımızı umutlandırıyor” dedi.

“MEDENİYETİMİZİN TEMELİ OLAN ESKİMEYEN YAZIYI HALA MUHAFAZA EDİYORSAK, BU SİZİN DAVANIZIN ESERİDİR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan Hattat Hasan Çelebi’ye şunları söyledi: “Bugün eğer 77 milyon bir tek milletsek, bu sizin, sizlerin sabrınızın, sebatınızın bir eseridir. Bugün eğer medeniyetimizin temeli olan eskimeyen yazıyı hala muhafaza edebiliyorsak, bu sizin sarsılmaz, o ısrarcı davanızın eseridir. Bir kez daha Allah sizlerden razı olsun. Bir kez daha sizin gibi bu davaya gönül verenlerden Allah razı olsun. Bu davaya bir ömür adadığınız kadar talebe yetiştirdiğiniz için sizden, diğer hocalarımızdan, ahirete irtihal etmiş tüm hocalarımızdan da Allah razı olsun. Bugün eğer büyük Türkiye, yeni Türkiye diyebiliyorsak, gelişen, değişen Türkiye diyebiliyorsak, 77 milyonun birliğini, beraberliğini, kardeşliğini daha güçlü vurgulayabiliyorsak, tüm dünyada mazlumların sesi, nefesi olabiliyorsak, bunda hiç şüphesiz sizin dava sebatınızın ve sabrınızın tesiri vardır. Hani yıllarca Rabbi Yessir yani ‘Rabbim Kolaylaştır’ ayet-i kerimesini meşk etmişsiniz ya inanın boşuna değil. O dualar ki işte bizi bugünlere ulaştırdı. Rabbim sizi ve sizin gibi aşk ustalarını, meşk ustalarını, medeniyet mimarlarını bu milletin başından eksik etmesin. Hiç endişeniz olmasın, Allah’ın izniyle asırlar da geçse o hani ‘Edeb ya hu’ yazan, ‘Hiç’ yazan, ‘Ya hafız’ yazan eskimeyen yazılarınız, medeniyetimizin levhaları olarak kalmaya devam edecek. Bir kez daha Allah’tan sizlere uzun, hayırlı, sağlıklı ömür niyaz ediyorum. Cezaevinden çıkarken gene bir üstadımız bana bir tablo getirmişti. Orada da şu yazıyordu, ‘Bu da geçer ya hu’ diyordu. Hamdolsun geçti” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Üsküdar Belediyesi’ni etkinlikten dolayı tebrik etti.

Hattat Hasan Çelebi de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, “Allah bütün işlerinizde yardımcınız olsun” Hadis-i Şerifinin yazılı olduğu bir hat tablosunu hediye etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Hattat Hasan Çelebi’ye bir plaket verdi.

Kaynak: http://www.tccb.gov.tr/

Hattat Hasan Çelebi Kitabı Çıktı

Hilal Kazanın hazırladığı Hattat Hasan Çelebiyi anlatan kitab çıktı. Kitapla ilgili yayınlanan haber şöyle:

Hattat Hasan Çelebi, öğrencilik yıllarında hocası Hamid Aytaç’tan ders alırken, sin harfinde takılır, haftalar geçer bir türlü bu dersi geçemez. Aytaç da Hasan Çelebi’ye harfteki sırları anlayabilmesi için irice bir sin yazar. O sırada da zevatın biri, Aytaç ile Çelebi’nin sin harfiyle mücadelesini fotoğraflar. 1982 yılında vefat eden Hamid Aytaç’ın, son dönemlerdeki fotoğrafları hariç, öğrencilerine ders verirken çekilmiş ya da daha gençlik yıllarına ait fotoğrafları pek yoktur. Bu açıdan yukarıda anlatmaya çalıştığımız kare değerli.

Devamını oku

Hattat Hasan Çelebi İle Röportaj

Hakkında yayınlanan kitap münasebetiyle Aysel Yaşa’nın 25 Ağustos 2013 tarihinde Hattat Hasan Çelebi ile Yeni Şafak Gazetesi’nde yaptığı röportajı aşağıda alıntılıyoruz.

Türklerin çağdaş sanat ısrarı komplekstir

Bu sene talebelere ders vermeyi bırakan Hattat Hasan Çelebi biraz dinlenmek, biraz da kendine çalışmak istiyor. Türk sanatçıların çağdaş sanat ısrarının kompleksten kaynaklandığını söyleyen Çelebi, dünyanın Türkiye’den giden sanatlarda özellikle klasiği öne çıkardığını ifade ediyor.

Bugüne dek sayısız talebe yetiştirdiniz, icazet verdiniz. Şimdi evinize çekildiniz. Bu bir dinlenme süreci mi?

Talebeleri bu sene bıraktım. 1976’dan bu yana talebe yetiştirmeye çalıştım. Bir şeyler öğrettiğimi zannediyorum ama bilmiyorum bu milletin takdiridir. Ama maksadım bu sanatın kurtulmasıydı. Elhamdülillah onu bir yere kadar getirdim. Bundan sonrakini gençlere bırakıyorum. Kendime de çalışayım istedim biraz. Çalışma odamda hocamın, talebelerimin yazıları asılı. Bu yüzden ben de bir şeyler yazıp odama asayım diyorum. Bir de bundan sonra elif, be yazacak talebeleri yetiştirmek zor geliyor bana. Elimde titreme zuhur etti. Gençler var şimdi onlar yetiştirsinler. Derslerine bakıyorum yine bitmiş değil. Bildiklerimi beraber götürmek istemiyorum. Benle birlikte kabre gitmek yok hepsi burada kalacak. Öğrenmek isteyenlere öğreteceğim.

Devamını oku

Hasan Çelebi Hocamıza Fahri Doktora Ünvanı Verildi

Atatürk Üniversitesi tarafından, Hattat Hasan Çelebi’ye fahri doktora unvanı verildi. Fahri Diploma Töreni, Atatürk Üniversitesi Kültür ve Gösteri Merkezi’nde yapıldı.

Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak, üniversitelerin önemli misyonlarından birinin de öz kültüre, akademik kriterler çerçevesinde katkı yaparak, küreselleşme karşısında sürekliliği sağlamak olduğunu ifade etti. Koçak, “1937 yılında Erzurum’un Oltu ilçesine bağlı İnci köyünde dünyaya gelen üstadımız, ilimi, satırlardan olduğu kadar sadırlardan da öğrenmiş ve kendisine “Ahlak aslında sanatta bir haktır” ilkesini şiar edinmiştir” dedi.

Koçak, Hattat Hasan Çelebi’nin geçmiş ile bugünün sanatına köprü olduğunu belirtti ve şöyle konuştu: “Hafız Osman ve Mustafa Rakım’dan gelen ve Hamid Aytaç Bey’le gelişen üslubu, kişisel karakteristiği ile de birleşerek zirveye ulaşan Hasan Çelebi’nin, diğer bir kıymeti de elli yılı bulan sanat hayatında, tüm zamanları kuşatan yazısı ile geçmiş ve bugünün sanatına köprü olması ve modern zaman içinde geleneksel tavrı yaşayan, yaşatan hat üstatlarından biri olmasıdır.”

Daha sonra söz alan Hattat Hasan Çelebi, kendisine verilen unvanı gururla taşıyacağını söyledi. Çelebi, “Bu unvanın, şahsıma değil de sanatıma takdim etiğinizi biliyorum. Umarım bizden sonraki nesillere de verilir. 19. asra kadar bu bölgede yetişmiş olanlar Arapça, Farsça kitaplar yazdılar. Divanları ve şiir kitapları var. Ama artık onları göremiyoruz. Toplumumuzun bu sanata ilgisinin az olmasından dolayı, hattatlar hak ettikleri yere kavuşamamışlar. Umut ediyorum ki bundan sonra bu topraklarda bu sanat icra edilir ve kıymetli sanatkârlar yetişir.” şeklinde konuştu.

Erzurum Valisi Sabahattin Öztürk, bir milletin en büyük katkısının, medeniyete yapacağı katkı olduğunu kaydetti. Öztürk, “Batıda resmin önemi neyse, bizde de hattatın önemi odur. Şeyh Hamdullah’tan beri bu sanat bu coğrafyada yaşamış ve ilerlemiştir. Üniversitemiz de Türk kültürünü araştırıma adına, akademik çalışmalar yapıyor. Bunun yanı sıra Erzurum?un bu kültüre ne kattığının da araştırıldığını biliyoruz” diye konuştu.

Tören “Erzurum’da Hat Hicazeti Geleneği” konulu panelle devam etti. Başkanlığını Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sadi Çögenli’nin yaptığı panelde Prof. Dr. Mustafa Ağırman, Prof. Dr. Selami Bakırcı ve Yrd. Doç. Dr. Yusuf Bilen konuşmacı olarak yer aldı.

Törene Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İrfan Arslan, Erzurum İl Emniyet Müdürü H. Turgut Yıldız, Rektör Yardımcıları, dekanlar, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.

Kaynak: İHA

Hattat Hasan Çelebi Cumhurbaşkanlığı Ödül Töreni

Köyümüzün medar-ı iftiharı Hattat Hasan Çelebi Cumhurbaşkanlığı Geleneksel Sanatlar dalında ödül aldı. Seçkin davetlilerin katıldığı ödül töreninde köyümüzden Prof. Dr. Mustafa Ağırman, Dr. Ender Altaş, Erzurum Atatürk Üniversitesi Rektörü Hikmet Koçak ve Hasan Çelebi’nin oğlu Mustafa Çelebi de ödül törenine katılarak Hattat Hasan Çelebi’yi yalnız bırakmadılar.

Törende Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ve Hattat Hasan Çelebi de birer konuşma yaptılar.

2011 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri; Sanat Tarihi dalında Prof. Dr. Semavi Eyice’ye, Edebiyat dalında Sezai Karakoç’a, Eleştiri alanında Doğan Hızlan’a, Geleneksel Sanatlar dalında Hasan Çelebi’ye verildi.

Cumhurbaşkanı Gül, Geleneksel Sanatlar dalında ödül alan Hasan Çelebi’nin Hüsnü Hat sanatını büyük kitlelere tekrar yayan ve buna önderlik eden bir şahsiyet olduğunu aktararak, “Kendisini birçok sergilerde de yakından tanımaktan eşim ve ben her zaman gerçekten büyük bir onur duyuyoruz” dedi. Cumhurbaşkanı Gül, Çelebi’nin dünyada birçok ülkeden öğrencileri olduğunu da belirtti.

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri, Türk kültür ve sanat yaşamına önemli katkılarda bulunan, ülkemiz kültür ve sanatının yücelmesine çalışan Türk vatandaşı ve yabancı uyruklu kişiler ile kurumlara Devlet adına onurlandırmak ve özendirmek amacıyla, 20 Ocak 1995 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan, “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Yönetmeliği” uyarınca veriliyor.

Hattat Hasan Çelebi Ödüle Layık Görüldü

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödüllerine bu yıl geleneksel sanatlar dalında layık görülen hattat Hasan Çelebi, sanat yaşamında 46 yılını geride bırakırken, yetiştirdiği öğrencileriyle, bu sanatın gelişmesi ve yaygınlaşmasına büyük katkılar sağlıyor.

AA muhabirinin görüştüğü 74 yaşındaki hattat Hasan Çelebi, hat sanatı serüveninin bütün hayatını kaplayan bir olay olduğunu ifade ederek, çok küçük yaşlarda, bilmediği halde, bu sanata karşı büyük ilgisi olduğunu, hat yazılarının hep dikkatini çektiğini söyledi.

Erzurumun bir köyünde doğup büyüdüğünü, o dönemde yaşadığı köyde hat sanatı bilen, bu kültür hakkında bilgisi olan kimsenin olmadığını anlatan Çelebi, bir süre hafızlık yaptıktan sonra Kuran ilimlerinde ilerlemek için İstanbula geldiğini dile getirdi.

İstanbulda Kuran ilimlerine ağırlık verdiğini kaydeden Çelebi, camilerde, antikacılarda, hat eserlerini gördüğünde hayran hayran baktığını ve zamanla da hat sanatına olan ilgisini arttığını vurguladı.
Çelebi, askerlikten sonra bir ara yine Anadoluya dönmek zorunda kaldığını, köyüne yakın bir merkezde müezzinlik yaptığını kaydederek, Bu sanata karşı olan sevgi durmuyor, bir yerden mutlaka patlak veriyor dedi.

Orada, yağlı boya ile dükkan tabelaları yazmaya başladığını, bazen eski yazıların denemelerini yaptığını, ancak tekniğini bilmediğini ifade eden Çelebi, ilk kez orada bu sanattan anlayan bir kişinin kendisine teknik konusunda bilgi verdiğini kaydetti.

Hasan Çelebi, bu olayın merakını iyice tetiklediğini ve bu işin üzerine iyice yoğunlaştığını dile getirerek, daha sonra tahtadan kalemler yaparak normal kalem mürekkebiyle çalıştığı caminin içerisine dört halifenin ismini yazdığını anlattı.

Hattat Çelebi, hat sanatını ilerletmek için tekrar İstanbula döndüğünü vurgulayarak, burada hat sanatı ustası Hamit Aytaç ile tanıştığını ve ondan kendisine ders vermesi talebinde bulunduğunu, ancak Hamit Beyin meşgul olduğu gerekçesiyle öğrencisi olan Halim Beye yönlendirdiğini söyledi.

4 ay sonra Halim Beyin bir trafik kazasında vefat etmesi üzerine cesaretini toplayarak, tekrar Hamit Beye gittiğini ve bu sefer Hamit Beyin kendisini kabul ettiğini aktaran Çelebi, ondan sonra vefatına kadar ondan ayrılmadığını kaydetti.

Hasan Çelebi, hat sanatına bilfiil 1964 yılında başladığını Bir 10 senelik dönemim, hat öğrenme ve icazet alma dönemimdir. Ondan sonraki dönemde bir baba oğul gibi Hamit beyi ziyareti hiç bırakmadım, her hafta ziyaretine gittim. Son 1,5 senesini hastanede geçirdi ve orada vefat etti diye konuştu.

O günkü zihniyetle bu sanata değer verilmediğine işaret eden Çelebi, Hatta bana Niye bu işle uğraşıyorsun?, Bu işten vazgeç artık, bu iş bitmiş diyenler oldu. Ama öyle değilmiş. bir milletin bünyesinde sanatlara karşı bir heves bir merak varsa, o hiçbir zaman kaybolmuyor dedi.

-İlk öğrencisi Amerikalı-

Hamit Hocanın, 1976da ders almak için müracaat eden Amerikalı bir kişiyi, çok meşgul olduğunu söyleyerek kendisine havale ettiğini ve böylece ilk talebesinin bir Amerikalı olduğunu anlatan Çelebi, şu anda onun da memleketinde birçok talebesinin olduğunu bildirdi. Ardından düzenli olarak hat sanatı konusunda ders verdiğini ifade eden Çelebi, talebelerinin arasında Davut Bektaşın çok başarılı olanların da çıktığını kaydetti.

Hasan Çelebi, Hamit Aytaçın 1982de vefatından 3 yıl sonra IRCICAnın hat sanatıyla ilgili bir müsabaka düzenlediğini, bu müsabakanın hat sanatına olan ilgiyi sadece Türkiyede değil yurt dışında da alevlendirdiğini belirtti.

Hattat Çelebi, o müsabakada dereceye girenlerin hep Türkiyeden hattatlar olması üzerine diğer ülkelerden taleplerin arttığını kaydederek, Hat sanatının esas merkezinin, İstanbul olduğu dünyada takdir ediliyor şeklinde konuştu.

Başta, İslam ülkelerinin hepsinden kendilerine müracaatlar olduğunu, onlarla yakından ilgilendiklerini, bazılarına mektupla ders verdiklerini anlatan Çelebi, mektupla ders alanların da mutlaka en az 1-1,5 aylık dönemler halinde İstanbula geldiklerini ve hat sanatında hangi tür malzeme kullanılacağını, nasıl kalem kullanılacağını, mürekkep kağıt kalem gibi malzemelerin hangisinin daha iyi olacağını öğrendikten sonra memleketlerine döndüklerini, ardından derslerin yine mektupla sürdürüldüğünü söyledi.

-Bizim ölçülerimiz, pirenin ciğeri pirenin bacağı-

Hattat Hasan Çelebi, şöyle devam etti: Bu sanatın ölçüleri, çok hassastır. Bugün kullanılan nano teknolojiyi aşağı yukarı 1400 senedir bu sanatı icra edenler zaten kullanıyorlar, Bizdeki noktalar ölçüler, o kadar ince ki bizim o günkü tabirlerimiz, pirenin ciğeri pirenin bacağı ölçüleridir. Bir hattın bir kenarında bir pirenin bacağı kadar fazlalık ya da noksanlık erbabının gözüne batar. Bunu affetmeyiz, bunda hata var deriz. Aşağı yukarı İslam ülkelerinin hepsinde birer ikişer talebimiz var. Şimdi onlar da kendi ülkelerinde talebe yetiştiriyorlar. Maksadımız kendi mutluluğumuz değil, bu Kuran hattının Kuran yazısının yayılması ve bekaası. Bu kadar eski tarihlere dayanan bir kültürün basit sebeplerden dolayı ortadan kalkmasına gönlüm lazım değil.

-Hat sanatını öğrenmek için günde 30 saat çalışmak lazım-

Hattat Çelebi, hat sanatının çok zor olduğunu ve sabra dayandığını aktararak, Hat sanatını öğrenmek için günde 30 saat çalışmak lazım geliyor. Yani o kadar çok konsantre olacaksınız. 90 yaşına gelmiş hattatların ölürken, Ölümüme değil, hattı öğrenemedim, gidiyorum diye üzülenler olduğunu biliyoruz. Bu da gösteriyor ki bu kadar sıkı bir çalışmaya rağmen, bir ömür bu sanata yetmiyor diye konuştu.
Çelebi, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bugüne kadar 60a yakın kişiye icazet verdim. Bunların içinde, çift icazetli olanlar vardır. Bu şu manadadır: Yazı çeşitleri 6 tanedir. Örneğin ilk çalıştıkları sülüs nesih ona icazet veriyorsunuz, sonra dayanamıyor, diğer bir kalem daha öğreniyor. Hat sanatında çeşitlerin kısımların cinslerin ismi, kalem olarak geçer, sülüs bir kalem, nesih bir kalem, talik bir kalem olarak isimlendirilir. Hepsinin kaideleri yazım teknikleri ve şekilleri ayrı. İcazet alanların 11-12si hanım. Yurt dışından icazetli hanımların sayısı 3ü geçmiyor. Türkiyenin çeşitli bölgelerinden icazet alanlar varsa da ağırlıklı İstanbuldan. 26 da yurt dışından icazetli kişi var. İslam ülkeleri dışında, Amerika, Japonya, Sibirya, Güney Afrika, İspanya ve İngiltereden de icazet alan talebelerimiz oldu. Bir kişi, hat sanatına başladıktan sonra en erken 6 senede icazet alır. Eğer mektupla çalışırsa bu süre 8-10 seneye çıkar. Hatta, fakülteleri bitirmiş olanlar bile 3,5-4 sene çalışmadıkça icazeti alacak kıvama gelemiyorlar.

Hasan Çelebi, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünün bu yıl geleneksel sanatlar dalında kendisine verilmesine ilişkin olarak da duygularını şöyle dile getirdi:
Beni ona layık görmüşler. Tabii burada ben şahıs olarak kendimi ona yeterli görmüyorum, ama bu sanatın takdiri bakımından güzel bir duygu ki tabii ki çok seviniyorum. Hayatımda birçok yerden ödüller aldım, devlet başkanlarından takdir aldım, ama tabii bu milletimizin takdiri olduğu için daha başka, daha değerli. Bu hususta çok sevinçliyim, duygularımı ifade etmekte güçlük çekiyorum.

Hasan Çelebi, oğlu ve kızının hat sanatıyla değil, tezhiple ilgilendiklerini anlatarak, İnşallah torunlardan çıkar da onu yetiştiririz dedi.

Çelebi, Şu anda yeni talebe kabul etmiyorum, birazcık yorgunluk geldi. Öğrenmek isteyenleri, talebelerime yönlendiriyorum. Dışarıdan gelenler, ısrarla benden bir şeyler öğrenmek istedikleri için 2-3 kişi ile haftada bir onlarla ilgileniyorum diye konuştu.

-Yüzlerce eser üretti-

Bugüne kadar yüzlerce eser ürettiğini, bir dönem senede 250-300 eser ortaya çıkardığını aktaran Çelebi, yeni çalışmaları da bulunduğunu, bunların bir kısmının cami işleri olduğunu belirtti.

Yurt dışındaki birçok caminin yazılarını yazdığını, bunların içinde en önemsediği çalışmasının İslamda ilk yapılmış olan Medinedeki Kuba mescidinin içindeki yazıları yazma görevi olduğunu, 1986-87 yıllarında bir yıl orada kalarak, kendisine verilen bu şerefi yerine getirdiğini kaydetti.

Hattat Hasan Çelebi, Benim için hayatta önemli olan yazılarım, eserlerim değil, benim en kıymetli eserlerim, talebelerimdir. Benden sonra hat sanatının, yalnız Türkiyede değil, yeryüzünde devamını sağlayacak olanlar talebelerimdir ki bu benim için iftihar meselesidir şeklinde konuştu.

Kaynak: Star Gazatesi

Hattat Hasan Çelebinin izi!

İstanbulda yazılıyor hala en güzel kuran

Kendini bildi bileli kağıda ve üstüne yazılacak olana büyük iştiyak duyuyordu. Çocukluğundan itibaren en küçük kağıt parçasını bile değerlendirme isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Henüz tam olarak ne olduğunu bilmiyordu ama işte içi dışarıya, kağıda taşmak isteyen Kuran harfleriyle mi doluydu?

Önce ezberledi bu yüce kitabı. Ardından medrese eğitim tarzıyla anlamaya çalıştı. Kuranın ne bitmez tükenmez bir hazine, hudutsuz bir derya olduğunu anladı. Artık hem içine, içeriğine hem de harflerine aşık bir hurufiydi. Yazmalıydı.

Bu yüzden Erzurumdan evleneceği Yusufeline, oradan hattın merkezi İstanbula varıncaya dek içinde hep eskizler yapıp durdu. Sonra büyük hat ustası Hamid Aytaçın rahle-i tedrisinde geçen zor yıllar … Üstüne çizgi çekilmiş, dışlanmaya çalışılan, hatta yasaklanan bir Medeniyetin göstergelerinden biriydi bu sanat da. Bu yüzden var olan her üstad büyük bir değeri haizdi ve bu değer ancak aşkla sevenler tarafından korunup devam ettirilebilirdi. Üstad Hasan Çelebi de önce sevgisi ve sabrıyla sonra da mükemmel hattıyla bunu yaptı. Bir yandan imamlık görevini sürdürürken diğer yandan ta sabahın şafağından itibaren yazmaya başladı. Şimdi Araplar arasında büyük saygı ifadesi olarak kendisine ŞEYH denir. İranda Farisiler Onunla kamışların, aharlı kağıtların sergilendiği çarşılarda gezebilmek, Ona eşlik edebilmek için birbirleriyle yarışırlar.

Dostları, hocaları

Yurt içi ve yurt dışı sergilerin, yarışmaların vazgeçilmez üstadlarında biridir. Özellikle şu anda İKÖ genel sekreteri olan Ekmeleddin İhsanoğlu ile IRCİCAda başlayan dostlukları ve burada hatta olan ilgiyi arttırmak, iyi hattatlar ortaya çıkarabilmek için düzenledikleri yarışmalar, açılmasına önayak oldukları sergiler çok önemlidir. Türkiyede Kuran harflerinin estetik yazımı demek olan hattın, Cumhuriyet devrimleri sonrası yaşatılmasında, diriltilmesinde ve geliştirilerek sonraki nesillere aktarılmasında böyle büyük şahsiyetlere ve kurumlara çok şey borçluyuz. İşte Üstad Hasan Çelebi kendilerinden ders ve sonrasında icazet aldığı hocaları HAMİD AYTAÇ, KEMAL BATANAY, NECMEDDİN OKYAY Beyfendilerden sonra ülkemizde bu sanatın ve etrafında gelişen diğer sanatların yayılmasında ve sevilip öğrenilmesinde etkili olmuş bir imamdır.

Dünyanın her yerinde kendisinden saygıyla ve imrenilerek bahsedilir. Çok önemli camilerin içleri Onun yazılarıyla daha da güzelleşmiştir. Mescid-i Nebevi, Kuba Mescidi, Kıbleteyn Mescidi, Kocatepe Camii bunlardan bazılarıdır.

Son dönemlerde yazdığı ferman tarzındaki yazıları da çok etkileyicidir. Hem geleneksel formlarda eserler vermekte mahirdir hem de yeni denemelere açıktır. Bu modern denebilecek hatlar gelenekselin ruhundan kopmadan sergilerde, koleksiyonlarda, meskenlerin, sarayların, köşklerin duvarlarında tıpkı muhteşem klasik eserleri gibi bakıp görenlere, seyredenlere estetik hazlar yaşatmaktadır. Üstelik bu olağanüstü eserleri, çalışmaları çok da pahalı değildir. Cumhurbaşkanlarına, krallara, başbakanlara, prenslere, hanedan üyelerine, sanatçılara, yazarlara, iş adamlarına ve bu kutsal fenden anlayan yüzlerce, binlerce kişiye istekleri doğrultusunda hatlar yazmıştır.

Yaşı 70e ulaştığı halde hala aşkla, şevkle çalışmaya devam etmektedir. Tıpkı 30-40 yıldır yaptığı gibi sabah namazından sonra başlar kağıtla kamışı buluşturmaya. Saatlerce kesintisiz çalışır. Yorgunluğunu eşinin hazırladığı nefis kahvaltılarla, bol şekerli çaylarla ve biraz dinlenmeyle giderdikten sonra yeni istifler için masasının başına geri döner. Her ne kadar bazı sağlık sorunları başlamış olsa da o, hızını kesmeden nişastalı, yumurtalı, genelde kahverengi tonların hakim olduğu aharlı kağıtların üstünde akmaya devam etmekte.

Dünyanın her yerinden hikayeler!

Mekkeden, Medineden, Bağdattan, Tahrandan, İsfahandan, Kahireden, Şamdan, Kuveytten, Dubaiden, Kuala Lumpurdan, İstanbuldan, Bursadan, Almanyadan, Orta Asyadan ve daha pek çok memleketten hikayeleri, hatıraları, müşahadeleri vardır. Bunları; kıssalarla, fıkralarla iç-içe geçirerek öyle tatlı bir üslupla anlatır ki, dinleyenler sohbetinin bitmesini istemezler. Zihni de hafızası gibi berraktır, karmaşık değildir.
Elinde çok sevdiği yazı yazmaya hazır kağıt tomarları, çantasında da açılmış veya açılmayı bekleyen çeşit çeşit kamışlarla gezinir genellikle. Kendisine geleni boş çevirmez. Zamanı varsa bizzat kendisi yardım etmeye çalışır. Uygun değilse, işleri yoğunsa nazikçe icazetli ve artık ustalaşmaya başlamış talebelerine yönlendirir.

Üstad Hasan Çelebinin rahle-i tedrisinde yüzlerce belki binlerce kişi hat meşk etmiştir. Türkiyeden ve dünyadan (Amerika, İran, Japonya, Mısır, Afrika, Arap ülkeleri…) bir çırpıda sayılamayacak kadar çok, zat-ı şahanelerinden icazet alan öğrencisi var. Bu BÜYÜK HATTAT hala ders vermeye, kırmızı kalemlerle yanlışları düzeltmeye, mektuplarla bilhassa yurtdışından veya yurdun uzak yerlerinden gelen dersleri; Rabbi yessirleri, besmeleleri dikkatlice inceleyip öğrencilerine mektup-derslerle de hattın inceliklerini öğretmeye gayret sarfediyor.

Hattat Rakımın talebi!

Azametli, heybetli bir dış görünüş; sakin, acele etmeyen, sabırlı, yumuşak bir ruh. Bunca yıldır yazıyor. (40. Sanat yılını devirmiş bile ) Yorgun değil bundan ötürü. Ama hayatın diğer meşgaleleri, zorlukları, Celal tecellileri her insanı etkilediği gibi onu da etkilemiş, etkiliyor. Yine de şimdi bu güzel geleneğin fedakar, azimli, çalışkan, yenilikler peşindeki usta hattatını ders verirken, meşk ederken, istifler yaparken seyrederseniz kendisini harflerin kıvrımına, hendesi estetiğe ne güzel kaptırdığını görürsünüz. Sanki dünya ve içindekilerin o anda flulaşıp belirsiz bir hayale dönüştüğünü anlar gibi olursunuz. (Sanatçı sanatının sığınağında teskin olmak ister.) Çünkü hatta meftundur O. Bu meftunluğu ve sevgisi rüyalarında Onu adeta metafizik bir boyuta taşıyor. Rakım Efendinin ebedi istirahatgahının yanındaki caminin yazılarını yazmasını isterler kendisinden. Mütereddittir. Büyük bir hattatın, hattından memnun kalıp kalmayacağını düşünüp durur bir süre. Ve bir gece düşüne misafir olan Rakım Efendi Hasan Hocanın yazmasını ister ve Onu buna adeta teşvik eder. Artık gönül rahatlığıyla çalışmaya başlar. Bu büyük meslekle hemhal olduğunun önemli işaretlerinden biridir bu rüya. Ama zaten Picassonun ve pek çok batılı sanatçının gıptayla ve kıskançlıkla seyrettiği hattın muhteşem eserlerini vermeye nerdeyse yarım yüzyıldır devam eden bu mütevazi ama büyük sanatkarın sanatıyla bütünleşmesine başka işaretler aramaya gerek var mı?

Kendisine sağlıklı ve uzun bir ömür diliyoruz. İnşallah hat kaleminden nice bin cennet nimetleri varolmaya devam eder. Başladığı ama henüz bitiremediği Kuran-ı Kerimi yazdıkça canına can gelir inşallah.

Mustafa Nezihi Pesen

Kaynak: http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1461

Yaşayan İnsan Hazineleri Ödülü Hattat Hasan Çelebi’nin

2009 yılını kapsayan Yaşayan İnsan Hazineleri ödülleri 26 Kasım?da Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı?nda gerçekleştirilen törenle verildi. Köylümüz ve hocamız Hattat Hasan Çelebi?ye Hüsn-ü Hat alanında ödül verildi. Diğer alanlardaki ödülleri ise Abdallık Geleneği?nde Neşet Ertaş, Horlatma Kaval-Dilli Dilsiz Kavallar?da Yaşar Güç, Çini Sanatı?nda Mehmet Gürsoy, Dokumacılık ve Doğal Boyamacılık?ta Emine Karadayı, Aşıklık-Zakirlik?te Veli Aykut, Bağlama?da Bekir Tekeli, Kitap Sanatı?nda Uğur Derman, Ebru Sanatı?nda ise Fuat Başar kazandı.

“Yaşayan İnsan Hazineleri” ödülleri, “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması” sözleşmesi kapsamında, ulusal envanterin oluşturulması amacıyla 2008 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından veriliyor.

Törende Kültür ve Turizm Bakanlığı Müşteşarı İsmet Yılmaz, Anadolu Sigorta Genel Müdürü Mustafa Su, Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Mahmut Evkuran, Unesco Türkiye Milli Komisyonu Başkanı Prof. Nabi Avcı da birer konuşma yaptılar.

Yaşayan insan hazineleri neye göre seçildi?

“Yaşayan İnsan Hazineleri” bir UNESCO projesidir. Türkiye 2006 yılında taraf olduğu Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması sözleşmesi kapsamında “Yaşayan İnsan Hazineleri” (YİH) Türkiye Ulusal Envanteri?ni oluşturmak için gerekli düzenlemeleri başlattı.

“Türkiye Ulusal Envanterinin” oluşturulmasında insan yaratıcılığının bir kanıtı olarak, değeri, kültürel ve toplumsal gelenekler içerisindeki köklülüğü, belirtilen topluluk ya da grubu temsil niteliği ve kaybolma riski temel alındı.

“Yaşayan İnsan Hazineleri” şu ölçütlere göre belirlendi:

“Ustalığını 10 yıldır icra ediyor olması, sanatını usta-çırak ilişkisi ile öğrenmiş olması, bilgi ve becerisini uygulamadaki üstünlüğü, konusunda ender bulunan bilgiye sahip olması, kişi veya grubun yaptığı işe kendini adamışlığı, kişi veya grubun bilgi ve becerilerini geliştirme yeteneği (sanatının toplumla buluşmasını sağlayacak yenilikler içermesi), kişi veya grubun bilgi ve becerilerini çırağa aktarma becerisi (bir çırak yetiştirmiş olması).”

Hattat Hasan Çelebi

1937 yılında Erzurumun Oltu ilçesine bağlı İnci köyünde dünyaya geldi. 1956 senesinde Üsküdar Mihrimah Sultan Camiinde müezzin vekilliği ile başlayan Diyanetteki görevi 1986 senesindeki emekliliğine kadar sırasıyla; Üsküdar Nasuhi Cami, Artvin Yusufeli Cami, Üsküdar Sultantepe Şeyhülislam Mehmed Zahid Camii, Şeyh Devatî ve Selami Ali Camilerinde imamlık vazifesiyle devam etti.

Hat sanatına 1964 senesinde Merhum Halim Özyacı?dan nesih yazıyı meşkle başladı. Kısa süre sonra hoca vefat edince sanat çevresinden ileri gelenlerin vasıtasıyla Hamid Beyden sülüs meşk etmeye başladı. Daha sonra 1966da merhum Kemal Batanay?dan da rik?a ve ta?lik dersleri meşkine başladı. Önce 1971 senesinde Hamid Beyden sülüs-nesih, 1980 senesinde ise Kemal Batanaydan ta?lik icazetini aldı. 1976 senesinde ilk defa hat dersleri vermeye başladı. Günümüze kadar yurt içinde ve yurt dışında 50den fazla talebesine icazet vermiştir. Halen uluslar arası alanda en çok talebe yetiştiren hat hocası olarak bilinmektedir.

Devamını oku

Hattat Hasan Çelebi Rabbi Yessiri İki Sene Neden Yazdı?

Hattat Hasan Çelebi, küçüklüğünden beri kâğıtlara ve yazıya düşkündür. İstanbul?da taş ustası Yusuf Efendi’nin vasıtasıyla Nisan 1964’te Hattat Hamid Aytaç Bey’le tanışır. Bir yazı kalıbını rutubetli bir mermere geçirmeye çalışan Hamid Bey, Çelebi’nin yazı öğrenme isteğini “Görüyorsun çok meşgulüm, ama benim talebem Halim var, ona git, o öğretir.” diyerek geri çevirir.

Devamını oku

© 2024 iNCi KöYü