Türküler, türkülerimiz, acılarımızı içine sakladığımız sandığımızdır. Acılarımızla birlikte, kabuğu kalkmış bir yara gibi acımasızlığına tatlı gülümsemeyle sığınırız?
Sarı gelin türküsü de işte böyle bir acının, bir sevdanın, bir gurbetin, ayrılığın, savaşın acımasızlığının bir melodi olarak dillere dökülmesidir.
Sarı gelin için birçok efsane var. Ta 13. yüzyıla dayanan efsaneler olduğu gibi, Birinci dünya savaşında yaşanan efsanelerde var. Azeriler ikiyüz, üçyüz yıllık bizim türkümüz derken; Yılmaz Karakoyunlu?nun, Salkım Hanımın Taneleri?yle birlikte Ermenili bir versiyon meydana çıktı. Sözü Abdulkadir Ceylani?ye kadar götürenler de var?
“Kırmızı Gül Demet Demet adlı Erzurum türküsünün iki farklı gerçek hikâyesi rivayet edilir.” demiş savaş yıllarına dayanan birinci hikâyeyi nakletmiştik.
İkincisine gelince; bu hikâye fakirlik ve hasretlik hikâyesidir. Birincisi gibi bu da oldukça dramatik bir olaya dayanır. Olay şöyledir:
Erzurumlu bir ana, bilemediğimiz nedenlerle kocasını kaybetmiş ve küçük çelimsiz bir oğluyla kala kalmıştır. Fakirlik o kadar büyüktür ki ne yapsın ne etsin. Aynı durumdaki her ananın yaptığı gibi dantel, çorap, kazak, elişi örmeye başlar. Bunlarla geçimini sağlayacağını düşünür. Fakat Erzurum?da bunları satacak kimse yoktur. Çünkü herkes kendi örgüsünü örmektedir.
Tandır, köyümüzün yazları ekmek pişirme mekânıdır. Sıcak ve harareti imleyen bir mecaz olarak çeşitli deyimlerde, atasözlerinde, türkülerde tandıra göndermeler yapılır. Nitekim ?tandırın başı?nda yapılan sohbet gibisi yoktur. Bu hafta sunacağımız türkümüz de ?tandır? mecazından hareketle yârini küstürmüş birinin hasretini anlatmakta. Hasreti o kadar uzun süreli ki tandırda çalışanın eğilip kalkmaktan belinin iki kat olması gibi bekleye bekleye iki kat olmuş ve hasreti o kadar büyük ki müjdeciye bile koç kurban edebilirmiş.
Küçüklüğümüzde Erzurum kadın barlarının karşılıklı söylenen bu vazgeçilmez türküsünün sözlerini sunuyoruz. Okuldaki sıra türkülerinde de kızların kimin söyleyeceği konusunda kavga ettiği bir türkü olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım. (Yad olmak: yabancı olmak; Seyran eylemek: gezinmek, hava almak, gezip görmek).
“Kırmızı Gül Demet Demet” adlı Erzurum türküsünün iki farklı gerçek hikâyesi rivayet edilir.
Birinci hikâye aşağıda sunduğumuz savaş yıllarına dayanan bir hasret hikâyesidir. Daha sonra sunacağımız ikinci ve belki de gerçeğe daha yakın hikâye ise bir fakirlik ve hasretlik hikâyesidir. Bu hikâyelerin her ikisi de oldukça acıklıdır.
Birinci hikâye şöyledir:
Erzurumlu bir ana, Kırım Savaşı?nda asker olan oğlunun yolunu her gün gözlemektedir. İntizar o kadar büyüktür ki, her gün tren garına giderek oğlunun gelen askerler arasında olup olmadığına bakmaktadır. Yine bir gün tren garında oğlunu bekler, vagonlar boşalır, ama gelenler arasında oğlu yoktur. Melül ve mahzun bir şekilde umutsuzca eve döner. Eve girer, oğlunun eşinin yani gelininin odasından erkek sesi gelmektedir. Silahı kapar, kapıdan hışımla dalar dalmaz yatağa ateş eder. Kanlar içindeki yorganı kaldırınca iki ölü beden durmaktadır. Kırım?da Rus gâvurunun şehit edemediği oğlu ve gelini kanlar içindedir. Meğer oğlu, annesi görmeden trenden inmiş ve eve gelmiştir. Ayrılık, sevda, kader ve acı… Ana yıkılır, yüreği alev alır, bütün bunlara türküden başka ne ile dayanabilir ki? Erzurumlu talihsiz ana işte orada ?Kırmızı Gül Demet Demet? ağıtını yakar.
Kaynak: Muzaffer Özdemir, Essah Hikayeleri ile Türkülerimiz, Tercih Sanat Kitaplık, İstanbul, ty., s.93
Kırmızı gül demet demet Sevda değil bir alamet (Balam nenni, yavrum nenni) Gitti gelmez ol muhannet Şol Revan?da balam kaldı. (Yavrum kaldı, balam nenni).
Kırmızı gül her dem olmaz Yaralara merhem olmaz (Balam nenni, yavrum nenni) Ol tabipten merhem gelmez Şol Revan?da balam kaldı. (Yavrum kaldı, balam nenni).