BİR GURBET ŞİİRİ: SOĞANNİ ÇILBIR
“Kurtulamam üç nesnenin elinden
Cevheri
Biri firkat biri gurbet biri aşk
Üçü bilmez birbirinin halinden
Biri firkat biri gurbet biri aşk”
Fırkat, ana ocağından, yar kucağından ayrılık… Gurbet fırkatte gizli, uzakla kaim. Aşk onlardan müştak. Hepsi birlikte bir anlam; hasret…
Tarih 1960’lı yılların başı. Köylülerimiz için gurbet yıllarının başladığı zamanlar. O tarihe kadar gurbete gitmiş midir köylülerimiz, bilmiyorum. Belki tek tük. Köyde maddi şartlar çok kötü, para bulunmuyor. Bir anlamda ayni ekonomi geçerli. Parayla satın alınabilecek hiçbir şeyin kullanılmadığı bir yaşam. Buna çay şeker de dahil. Para getirecek bir meşgale veya ticaret yapılabilecek bir meta yok. Nakit paraya dönüştürülebilecek tek şey kömür. Tarla, bağ bahçe geniş değil. Ormandan bozma tarlalar ile olmadık dağ yamaçları ekilip biçilerek kıt kanaat geçinilmeye çalışılıyor. Geçim kaynakları hayvanlar ile yazın ambarına koymaya çalıştığı birkaç göz buğday ve patatesten oluşmaktadır. Ama aile nüfusları kalabalık ve ekşi hamurun bile peşini dolandıran çocukların bulunduğu aile sayısı bir hayli fazla. Çoğu zaman ekmek peynir, o da tabi bulunursa. En lüks yemek, bayram ve seyranlarda yapılan bulgur pilavı. Durum böyle olunca son bir fırsat olarak gurbet yolu görünmüş. Bavulda inşaat malzemeleri, keser, çekiç, sırtta yünden yapma yorgan döşek, başlamışlar düşmeye gurbet yollarına.
Günlerden bir gün Artvin Ormanyolu’nda bir odun kesme işinde çalışma fırsatı çıkar köylülere. Ellerinde balta, sırtlarında yatakları, düşerler Artvin’in yollarına. Amaç üç beş ay çalışarak en azından harçlık edeceği parayı çıkarabilmektir. Aralarında bugünden bakarsak Galtar Şerif Dede ve oğlu Mustafa Amca, Gıraş Şerif Dede, Kamil Dede ve oğlu Nuri Akpınar, Büyük Hafiz, Mayıl Osman Dede ve adlarını tam olarak öğrenemediğim diğer köylülerimizin yanında, başka köylerden gelmiş Fehim, İshak ve Aslan Çavuş gibi ustabaşılar da vardır. Bunlar kendi aralarında bir kumanya oluştururlar. Aynı karavanadan yiyip içeceklerdir yani. Biri baltacı, biri hızarcı, biri olukçu olur karavanadakilerin. İşleri, kestikleri odunları tomruk haline getirip sonra aşağılara kadar uzanan oluklar içinden yuvarlayarak aşağı derelere kadar indirmektir. Ama Artvin yöresinin o sert ve dik tepelerinde ağaç keserek onları derin vadilerde bir araya getirmek, bir hayli zorlamaktadır kendilerini.
Çalışma şartları hayli zor olmasına karşılık beslenmeleri oldukça kıttır. Cepte para, elde de imkân olmayınca sabah akşam aynı şeylere talim ederler. Diğer taraftan çalıştıkları yer yerleşim yerine uzak olunca nadiren aşağıya iner, indiklerinde de fazlasıyla ekmek almak zorunda kalırlar. Biriken bayat ekmek tahinleri, soğanlı çılbırı elzem hale getirir. Önce sabahları, sonra akşam sabah çılbır yemeye başlarlar. Sabah çılbır, akşam çılbır, kaldır çılbır, indir çılbır. Çok da bıkarlar soğanlı çılbırdan ama kendilerine hamur aşı kesen de yoktur.
Sonra nerde altı kara mıhla tavaları, kıldan ince kılıçtan keskin Yusuf Usta bıçakları! İşte ortada gaz tenekesinden bozma anuğ tavası. Kelle soğan doğramak için odun baltası. Bıçağını vermeyen İshak Usta utansın!.
Efsane haline gelen bu çılbıra artık bir hikaye lazımdır. Günlük yevmiyeleri yazan Büyük Hafız, içlerinde şair olarak bilinen Mayıl Osman Dede’ye bir teklifte bulunur:
-Osman Çavuş! der; “Eğer soğanlı çılbıra bir şiir yazarsan, bugün sana iş yok, yevmiyen ise bizden. Bir yevmiye karşılığında senden bir çılbır şiiri istiyoruz.”
Osman Dede düşünür taşınır, sonunda teklifi kabul eder. Herkes çekilir işine, Osman Dede başlar düşünmeye. Düşünür taşınır sonunda şu şiiri yazar:
SOĞANLI ÇILBIR DESTANI
Dinleyin ağalar vasfıni edeyim Gör ki neyledi soğanni çılbır. Eydi kametimi bükti belimi Sarartti benzimi soğanni çılbır.
Evvel tirit idi neden çılbır dediler,
Sağdan soldan gelip seni yediler,
Hem osanduk dedi hem de yediler,
Sabah erken hazır olsun soğanni çılbır.
Ne hoş olur çılbır saçaği, Susanduk, bir su verin içaği, İshak da soğan doğramaya vermez biçaği, Baltaynan doğradım soğanni çılbır.
Kabarcık ormanının yoktur ovasi, Gaz tenekesinden anuh tavasi, Şerif’in de tahin kızartmada vardur havasi, Galtar yine der ki soğanni çılbır.
Fehim Çavuş çavuşların haini,
Aslan çavuş dağıtır beyaz tahini,
Soğanni çılbır büyüttü hafizin boynuni,
O boynu büyüten soğanni çılbır.
Nuri der ki ben bele adam görmedim, Babam idi ben de bişe demedim, Şerif der ki hiç tahin kızartma yemedim, Sabah erken hazır olsun soğanni çılbır.
Kabarcık ormanında olmaz bağ ile bostan,
Acık, usan, susan ağaca yaslan.
Bu destanı söyleyen biçare Osman,
Sabah erken hazır olsun SOĞANNİ ÇILBIR.
KAYNAK: HACI OSMAN SANCAR, ALİ AKÇAY
Muammer hoca yüreğine gönlüne kalemine sağlık.Osman eminin soğanlı çılbır şiiri ogün kü gurbet şartlarını noktası vr vürgülüne kadar bizlere ve gelecek nesile saf temiz duygularla anlatmaktadır.Osman eminin bir de Erzurumda Garagöz Ali emiyi kaybadince Gürcü kapı Caminin duvarına yaslanıp yazmıştır.Fakat günümüzde bu şiiri bilen yok .Duyup bilenler varsa bana göndersinler Köyümüz Kültürümüz kitabına koyalım.Bu Artvin gurbetinden önze İzmir gurbetciliği ve Deniz başı Yani Tortum Şellalesinin yapımındada köyümüzden çalışanlar çoktur Selamlar
Bu destani dilden Dile süzenlere eyvallah
Yalın Ayak gurbet Elde tozanlara eyvalah
İlk Kurbetin civeleri çılbır.Hengamesidir
Bayat Ekmeyi saç tavada süzenlere eyvalah
Eskiler belki fazla malumat sahibi değillerdi ama bizden daha bilgelerdi sanırım… Allah rahmet eylesin çılbır aşına kanaat edipte bize hayat dersi veren tüm büyüklerimize…muammerin kalemine sağlık çok güzel selamlar…