Ülkemizde yakın zamandan beri Nisan ayının üçüncü haftası Kutlu Doğum haftası olarak kutlanmaktadır. Seksenli yıllarda Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından kutlanmaya başlanılan bu hafta giderek yaygınlaştı ve İslâm?a gönül vermiş olan kurum ve kuruluşlar tarafından da kutlanılır hâle geldi.
Önceleri konferans ve panel şeklinde yapılan etkinliklere son senelerde şiir yazma ve kompozisyon yazma yarışmaları da eklendi. Bu faâliyetlere önümüzdeki yıllarda daha güzelleri eklenecektir.
Yüce dinimiz İslâm?ın birinci kaynağı Kur?ân-ı Kerîm, ikinci kaynağı da Sünnettir. Kur?ân, Yüce Allah?ın sözü; Sünnet de Hz. Peygamberin söz, fiil ve davranışlarının bütünüdür. İslâm?ı iyi kavrayabilmek için, Kur?ân?ı iyi anlamak ve Hz. Peygamber?i iyi tanınmak gerekir. Bizim ülkemizde var olan Kur?ân kurslarında ve Kur?ân eğitimi veren diğer kurumlarda Kur?ân-ı Kerîm?in eğitimi ve öğretimi güzel bir şekilde yapılmaktadır. Son senelerde bu güzelliğe, Hz. Peygamber?in iyice tanınması ve tanıtılması da eklenince insanımız İslâm?ı daha net bir şekilde anlamaya ve kavramaya başladı.
Kur?ân ve Hz. Peygamber birbiriyle iç içe olan iki kaynaktır. Hz. Peygamber?in hayatı Kur?ân-ı Kerîm?de anlatılmakta; Hz. Peygamber de Kur?ân-ı Kerîm âyetlerini tefsir etmektedir. Yani bizim, Hz. Peygamber?i iyi bir şekilde tanımamız için, Kur?ân?ı çok iyi bilmemiz lazım gelir. Kur?ân?ı Kerîm?i de çok iyi bilmek, tefsirine vâkıf olmak istiyorsak, Hz. Peygamber?in hayatını bütün detaylarıyla bilmemiz gerekir. Buradan hareketle, ülkemizde Kutlu Doğum haftasını güzel bir şekilde kutlamak isteyen kurum ve kuruluşlara birkaç teklif sunmak istiyorum.
1-) Hz. Peygamber?in hayatı üzerine yoğunlaşmış ve onun hayatını kendi hayatına taşımış seçkin kişilere konferanslar, paneller ve sohbetler yaptırmak lazım gelir. Yapılacak bu sohbetlerde, dinleyicilerin soru sormasına ve konuşmacı ile birebir iletişim kurmasına izin verilmelidir. Yapılacak konuşmalar da nutuk gibi olmamalı, sohbet gibi olmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber?in konuşma üslûbunda nutuk yok, sohbet vardır. Konuşmacıların bu inceliğe dikkat etmesi ve bir de konuşmayı uzatarak dinleyicileri bıktırmaması gerekir.
2-) Kutlu Doğum haftasında çocuklar ve hanımlar unutulmamalı, onlar için özel sohbetler tertip edilmelidir. Bu sohbetlerde, Hz. Peygamber efendimizin çocuklara ve hanımlara verdiği değer canlı misallerle anlatılmalıdır.
Birinci ve ikinci maddede zikrettiğimiz faâliyetler yapılırken yer seçimi çok iyi yapılmalıdır. Yoksa bütün gayretler boşa gider. Bu gibi faâliyetler, büyük salonlarda yapıldığında istenilen netîce elde edilemiyor. Hele, kapalı spor salonlarında yapılanlar hepten boşa gidiyor. Bu hafta içinde yapılan güzel faâliyetleri, diğer etkinliklerle birbirine karıştırmamak lazım. Yani siz, herhangi bir siyâsî faâliyetinizi büyük bir salonda veya kapalı spor salonunda yapabilirsiniz. Bu faâliyetinizde, dinleyicilere heyecan vermek için slogan atabilirsiniz. Konuşmacı galeyâna gelip dinleyicileri tahrik edebilir. Çeşitli müzik eserleri dinletebilirsiniz. Ama bilmiş olunuz ki, Kutlu Doğum haftası faâliyetlerinde bunların hiçbirisi olmaz ve olmamalıdır. Çünkü bu hafta içinde yapılacak faâliyetler, Hz. Peygamber?in adına yapılmaktadır. Bu yapılanlar da bizi, bulunduğumuz yerden alıp Hz. Peygamber?in dünyasına götüren cinsten olmalıdır. Onun rûhâniyeti ile bizi buluşturan, bizi Mekke?ye ve Medîne?ye taşıyan türden olmalıdır.
Bazı yerlerde, yapılan programı halkın hepsi izleyebilsin diye kapalı spor salonları tutuluyor. Halkımız da oraya giderken pikniğe gider gibi gidiyor. Yani evin tüm fertleri, birkaç saatlik yeme içme ihtiyaçlarını, çocukların, bebeklerin ihtiyaçlarını alarak gidiyorlar bu salonlara. Yapılan konuşmaları anlamayan çocuklar, haklı olarak başlıyorlar kendi aralarında oynamaya. Anne-babalar, siyâsî programlara giderken çocuklarını götürüyorlar ya, almış buraya da getirmişler. Siz, konuşmacı olarak bir şey diyemiyorsunuz, bu mübârek günde kimsenin kalbini kırmak istemiyorsunuz. Hâlbuki bu gibi durumlarda herkes kendine düşeni ve kendinden bekleneni yapmalıdır. Hiç birimiz buna dikkat etmediğimiz için, herkes kendine düşeni değil de, bir başkasının görevine müdâhale ederek bir şey yaptığını zannediyor. Öyle ise bu gibi programlarda bize düşen nedir, gelin onu konuşalım:
Önce, salondaki insanları üçe ayıralım ve bu gibi programlarda her birine ne gibi görevler düşer, onu açıklayalım:
a-) Organizatörler: Bunlar, programın yükünü yüklenen ve işin sıkıntısını çeken fedakâr insanlardır. Kendileri çok samîmîdirler. Bulundukları yerde hayırlı bir iş yapmak için çırpınır dururlar. Bunların, işi iyice düşünüp ondan sonra kolları sıvayanları başarılı olurlar. Düşünmeden ve kimseye sormadan iş yapanları ise, her şeyi ağızlarına gözlerine bulaştırırlar. Bunlardan kimileri, büyük salonlar kiralayarak, halkı oraya doldurmakla bir iş yaptığını zannederler. Hâlbuki önemli olan kalabalıkları toplamak değil, gelen insanlara bir şeyler verebilmektir. Bu işi yapanlar, erkekler için ayrı, kadınlar için ayrı, üniversite öğrencileri için ayrı, çocuklar için ayrı programlar yapsalar daha iyi etmiş olurlar. Konuşmacını işini de kolaylaştırmış olurlar. Yani demem o ki, işin havasına değil de, özüne önem verseler daha iyi olur, elde edilen bereket daha fazla olur. Tabiî, organizeyi yapanlar, programdan önce salonun ses düzeninden tutun da temizliğine kadar her şeyini yeniden bir daha gözden geçirmelidirler. Ayrıca gelenleri güler yüzle karşılamak ve teşekkürle uğurlamak da bu arkadaşların görevidir.
b-) Dinleyiciler: Elbette ki, yapılan programların hedef kitlesi dinleyicilerdir. Bütün programlar onlar için yapılır. Organizatörler de, konuşmacılar da onlara bir şeyler vermek için çırpınırlar. Dinleyiciler de bu programlara iş olsun diye değil de, bir şeyler öğrenmek için katılır ve can kulağı ile dinlerlerse iyi olur. Onların bu ilgi ve alakaları konuşmayıcıyı da iyi yönde etkiler. İlgisiz ve alakasız dinleyiciler, çevresi veya çocuğu ile ilgilenen dinleyiciler, sık sık geriye dönüp kapıya doğru bakan dinleyiciler, pencereden etrafı gözetleyen dinleyiciler, organizatöre ve konuşmacıya hakaret ettiklerinin farkında mıdırlar acaba? Ama ben, hiçbir dinleyicinin bu nezâketsizliği işleyeceğini zannetmem. Demem o ki, bu gibi programlarda dinleyici olmanın da bir sorumluluğu vardır. Dinleyici, program boyunca, konuşmacıyı nerede alkışlayacağını, nerede güleceğini, nerede ağlayacağını, ne zaman nasıl tepki vereceğini bilmeli ve bu şuur ile programı izlemelidir.
c-) Konuşmacılar: Programa can katan, programı dinlenir ve izlenir hâle getiren konuşmacıdır. Konuşmacının, konusuna ve dersine iyi çalışması gerekir. Dinleyicileri, îlân edilen konu hakkında bilgilendirmesi onun görevidir. Konuyu dağıtmaması ve konuşmayı uzatmaması gerekir. Dinleyicilerin seviyesini dikkate alarak, onların anlayabileceği dilden konuşması, onun mahâretini ve sanatını gösterir. Yani konuyu anlaşılır bir şekilde takdîm etmek apayrı bir sanattır, konuşmacının da bu sanatını icrâ etmesi lazım gelir.
3-) Kutlu Doğum haftası boyunca merkezî câmilerde ve mahalle câmilerinde hatim ve mevlitler okutulmalı; mahallenin zengin Müslümanları da câmi çıkışında, cemaate ikramlarda bulunmalıdırlar. Bu ikramlar şeker, çikolata, meşrubat, gül suyu, kitap ve daha değişik hediyeler olabilir. Bir hafta boyunca câmi ve çevresi bayram havasına büründürülmelidir.
4-) Kutlu Doğum haftasında yapılacak en güzel etkinlik insanlara seviyelerine göre kitap dağıtmak olacaktır. Şunu sevinerek söyleyelim ki, bizim ülkemizde her kültürel seviyedeki insana hitap edebilecek kitaplar mevcuttur. Zengin Müslümanlar bu kitapları neşreden yayınevleri ile görüşerek, ucuz fiyata alabilirler ve bu kitapları mahallelerindeki çocuklara, câmi cemaatine ve bütün insanlara Kutlu Doğum hediyesi olarak dağıtabilirler.
5-) Kutlu Doğum haftasında şunlar da yapılabilir: Çevremizdeki ilkokul, ortaokul, liselerde veya üniversiteli öğrenci kardeşlerimiz arasında Hz. Peygamber efendimizin hayatı ile alakalı bilgi yarışmaları tertip edilebilir. Muhitin yetkili âmirlerinden izin alınarak bu yarışmalar güzel bir düzen içerisinde okullarda yapılabilir. Bu yarışmalarda dereceye giren öğrencilere güzel hediyeler verilmelidir. Yarışmaya katılan ve dereceye giremeyenlere de çeşitli hediyeler verilirse çok güzel olur.
6-) Bunlardan ayrı olarak herkes, kendi çevresine göre uygun olabilen bir etkinlik düşünebilir. Yapılan etkinliğin Hz. Peygamber?in yüce şahsiyetine uygun ve insanımıza mesaj sunabilen bir yapıda olması lazım gelir. Yapılan bu etkinlik, o çevredeki insanlar tarafından beğenilir ve tutulursa çevrenin dışına ve bütün ülkeye yayılır. Bu güzelliğin sevabı da ilk başlatanlara olur.
Bütün bu yapılanlar, iki cihânın güneşi olan Hz. Peygamber için değmez mi?
?Elbette değer? dediğiniz duyar gibiyim. Ben de öyle diyorum.
Kaynak: eilahiyat.com
Bir yorum yazın