Türküler, türkülerimiz, acılarımızı içine sakladığımız sandığımızdır. Acılarımızla birlikte, kabuğu kalkmış bir yara gibi acımasızlığına tatlı gülümsemeyle sığınırız?
Sarı gelin türküsü de işte böyle bir acının, bir sevdanın, bir gurbetin, ayrılığın, savaşın acımasızlığının bir melodi olarak dillere dökülmesidir.
Sarı gelin için birçok efsane var. Ta 13. yüzyıla dayanan efsaneler olduğu gibi, Birinci dünya savaşında yaşanan efsanelerde var. Azeriler ikiyüz, üçyüz yıllık bizim türkümüz derken; Yılmaz Karakoyunlu?nun, Salkım Hanımın Taneleri?yle birlikte Ermenili bir versiyon meydana çıktı. Sözü Abdulkadir Ceylani?ye kadar götürenler de var?
Erzurum kültür müdüründen tv de dinlediğim hikâyeyi anlatmak istiyorum.
Savaşların insanı, insanlığı bitirdiği yıllar? belki doksanüç harbi, belki yemen, belki de ?iptida Bağdat?a sefer olanda?? zamanın ve mekanın insanı yuttuğu yıllar.
Kahramanımızın babası gittiği savaştan dönmemiş, annenin ya da babaannenin (nene) umudunda palandöken dağının karlı eteklerinde gencecik delikanlı babasız büyümüş. Nenesi helal süt emmişinden bir dadaş kızı bulmuş; kendi haline, kimsesiz bir yetim düğünüyle evlendirmiş. Mürüvvetinden çok zaman geçmemiş ki, savaş için erler toplanırken bizim delikanlıyı da parmağındaki kına daha solmadan askere almışlar.
Bir zaman sonra artık cepheden dönüşler başlamış. Her savaş gibi acımasız olan bu savaş da bir çok yiğidi yad ellerde hasretiyle baş başa bırakmıştır.
Cepheden bazısı yaralı dönerken bazıları hiç dönemiyordu. Gelin ve nenesi her dönen kafilenin önüne çıkıyor, başlarının tacı olan yiğitlerinden sağ salim haberler bekliyorlardı.
Nene her kafilenin önüne çıkıp yavrusunu beklerken gelin de pencere önünde bir gün nenesinin kolundan tutmuş gelen erini beklemektedir.
Yine bir gün nene, gelen son kafilenin önüne çıkar bakar, hepsini teker teker koklar, yoktur onların içinde biricik yavrusu. Ve bu son kafiledir. Bütün umutlar bitmiştir.
Yıkılmış bir vaziyette eve dönerken gelin yolda önüne çıkar;
–nene! yine mi yok, der ve yıkılır.
Nene cevap verir.
–ah nenen ölsün sarı gelin. Keşke nenen ölseydi de bu günleri görmeseydi, der ve dövünür.
Nene güngörmüş, acılar yaşamış, gelin yanında metin olması gerekir. Bir taraftan;
“Ah nenen ölsün sarı gelin” deyip dövünürken diğer taraftan da gelini kimselere vermeyeceğini sahip çıkacağını söyler.
“Seni vermem ellere, yeter ki, bu canım sağ”
Bu ağıt zamanla türküleşir, dilden dile gönülden gönüle akıp gider.
Son olarak rahmetli Faruk Kaleli yeniden derlemiştir.
Not: Sarı gelin gerçektende sarışın değildir. Erzurum’da kıymetli kişiler altına benzetilir. Ama bu direk “altın gelin” olarak söylenmez. Altının rengi ile benzetilir. Benzer örnekleri Emrah’ın şiirlerinde de vardır.
SARI GELİN TÜRKÜSÜ
Erzurum çarşı pazar
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelinİçinde bir kız gezer
Hop(of) ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarimElinde divit kalem
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelinKatlime ferman yazar
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarimPalandöken yüce dağ
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelinAltı mor sümbüllü bağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarimSeni vermem yadlara
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelinNice ki bu canım sağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Zakir ALKAN
sarı gelin türküsü anlatımı güzel olmuş. sarı gelin bizimdir. ermeniler bizden daha karadır. bu nedenle sarı gelin ermeni olamaz