Tarihin son hodaklarından görüyorum kendimi. Tarihin dedim de dil sürçmesi değil, çocukken dünya köyden ibaretti, zaman da yaşadığımız günden ibaretti.
Güneş, Cücürüsün dağdan (yayladan) doğar Akdağ?dan aşardı. Batmazdı. Güneş, Akdağ?dan aştığında Hatka?ya sabah olurdu. Cücürüs?ün yaylasından doğduğunda ise Cücürüs?e akşam olurdu.
Bildiğimiz başka yerlerde vardı ama sanki onlarla aynı dünyayı ve aynı güneşi paylaşmıyorduk. Oltu vardı mesela; doktorların yaşadığı yer.
Sonraları Bursa ve İstanbul girdi dünyamıza, gidip de gelmeyenlerin yaşadığı yer olarak.
En yüksek dağ Akdağ idi. Sonradan duyduk Uludağ varmış ve daha yüksekmiş. Sonra mektebe gidenler Ağrı Dağı?nın birinci dağ olduğunu söylediklerinde, doğrusu, Akdağ?ın üçüncü sıraya düşmesi canımı sıkmıştı.
Zaman bizim yaşadığımız andı. İhtiyarlar vardı, gençler vardı, ağabeyler, emiler, dayılar vardı dünyamızda… Ama onlar hep öyleydi sanki. Dedeler başından beri dede, dayılar da dayı olarak dünyaya gelmişlerdi. Biz çocuk olarak yola devam edecektik.
Evet, böyle zaman ve mekânın çocukları olarak dünyanın son hodağı bizdik. Hodaklık anılarımız “SON HODAĞIN ANILARI” olacaktı.
Eylül?de temiz ve soğuk yüzünü gösteren kış, Nisan ayında sele suya karışmaya başlar. Bahar yağmurlarının başlamasıyla birlikte artık yeryüzü bir mucizeyi bize gösterir. Önce ölmüş sonra da donmuş bir topraktan fışkıran hayatı gözler önüne serer. Cücük ayı dert ayı olmuş, mart kapıdan baktırmış kazma kürek yaktırmış, bir bebeğin uykudan uyanışı gibi biraz nazla da olsa bahar gelmiştir artık. ?Mağ?da odun kalmamış, gözde unun dibi görünmüş, ?çemberli?de de yağ ve peynir dibe vurmuş. Evde durum bu iken mereğin durumu bundan farklı değil; ot ?gırcon? olmuş, saman yerini çoktan ?geven?e bırakmış. Özetle ne ?pinavun? ne de ?alaf? kalmıştır.
Davar güneylerin yolunu tutunca çobanlar akşamları dağarcıklarında kuzularla, gıdiklerle dönmeye başlardı. Koyun ve keçi davarından sonra öküzler, inekler de ahırı yavaş yavaş terk eder, son olarak körpe ve danalar da yeşilden nasibini almak için Karşı?nın, Köyünbaşı?nın, Kavluğ?un, Nuriyenin Yanuğu?nun ya da Çaluluk, Susuz, Yıkık gibi yakın otlağın yolunu tutarlar idi.
Hodak denince tabii ki konu öküzler ile birleşir. Her evde en az bir çift öküz olurdu. Çünkü öküz evlerimizin bereketiydi. Bütün işler için yardımcı kuvvet olarak yerini alırdı. Her evin bir çift öküzü olduğu gibi her çift öküzün de bir hodağı var idi.
Bizim hodaklık yıllarımızda köy okulları şehirlerden bir ay önce tatile girerdi. İlkokul dördüncü sınıftan itibaren artık her çocuk hodak sayılabilirdi. Mayıs ayında okulların tatil olmasıyla birlikte elimizden bıraktığımız kalemin yerini çubuk alırdı. Ta okullar tekrar açılana kadar elimizden çubuk düşmezdi.
Baharda a?bun çekerek yorulmuş olan öküzleri büyük hodakların nezaretinde otlatmaya götürürdük. Herkes kendi herekeşleriyle ya da arkadaşlarıyla otlatırdı. Dolayısıyla köyde birden çok öküz malı vardı. İki ya da üç hafta o meşe senin bu bayır benim; nerede güzel otlak varsa öküzleri oraya götürüp otlatırdık. Bu arada yağlısı olan dağarcıkları, ormana gelen herfeneleri de hatırlamış olalım.
Köy ihtiyar heyetinin belirlemiş olduğu günde herkes malını (öküzlerini) alır Mağarabaşı?na çıkarırdı. Yatağa erken giden yatağın otunu yedirirdi. Hodaklar hayvanlarını yatağa vurunca karşı Kumluboyun?a geçip güreşleri izlerlerdi. Öküzler ve tosunlar çoğunlukla ilk defa karşılaştıkları için önce birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırlardı. Doğal bir güreş meydanı açılırdı. Bazen büyük hodaklar, ?sonra birbirlerini gefillemesinler? diye ?too lilili? diyerek kızıştırırlardı. Ve öğleye doğru malın birincisi belli olurdu. Mal çobana teslim edilir, eşeklere birer yük odun yüklenerek köye dönülürdü.
Mağarabaşı?nda mal üç hafta gibi kalırdı, bazen gidip tuz verirdik. Haziranın ortalarında ?mal Mağarabaşı?ndan inerdi?. Malın ineceğini bildiğimiz için ta Cart?da karşılardık. Hayvanlardaki değişim hemen dikkat çekerdi. Orman içinde yatmış, bol otlakta yayılmış, her birinin ?boynu kalkmış?.
Mağarabaşından inen mallardan tosunlar hemen Akdağ?a ya da Orcuğun dağına çıkarılırken, öküzler hodakların himayesinde ?herk?ler için köyde kalırdı. Daha ahıra bağlanmaz; harmana ya da ahırın avlusuna bir yere bağlanırdı. Ayaklarının nalları yenilenir; cılga ve boyunduruk onarımdan geçirilir; ertesi gün sabah erken hodaklar, öküzleri herk edilecek yere götürür, çiftçi; cılga, boyunduruk ve zincirlerden oluşan eşyayı eşekle getirene kadar karınlarını doyururdu.
Yıllar öncesinden oturmuş bir sistem vardı. Akdağ tarafı ekildiği zaman Orcuğun dağ tarafı herk edilirdi. Yani bir yıl bir taraf herk edilirken ertesi yıl da diğer taraf herk edilirdi. Dağa çıkan mal herk edilen tarafa çıkardı; diğer taraf zaten ekin olurdu. Akdağ?da başlanılan herk; Ziyaratdüzi, Güreşboyni, Yaylagüney, ?ığer, Köşmek, Titine… devam ederdi. Gedük tarafında; Çevürme, Emzatıngüney, Duzhana, Geçut, Kıynel, Çatalçam, Egukum… Bir de aşağıda herk yerleri olarak; Yokşunbaşı, Üşiler, Tavukpinneri, Tarmut, Yanuk, Ense, Hüsüpens, Eysüpens, Meşeçayırları… sürülürdü.
Herk haftalarında Cuma günleri bütün hodaklar bir araya gelirlerdi. Çünkü o gün herk olmaz çiftçi, cumaya giderdi. Cuma günleri bir araya gelen hodaklar o günü eğlenceye çevirirler, aralarında çeşitli oyunlar oynarlar, herfeneler yaparlardı. O güne ait kızıl peynir geleneği çok meşhurdu. Köyün kadınları, bütün hapkesin sütünü toplayarak kızıl peynir yaparlar, bu özel peynir öğleye doğru hodaklara ulaşır. Bu günlerde ya Tiper tercih edilirdi ya da ?ığer.
Hergini bitiren çiftçiler dağda çobana katmak için öküzlerini dağa gönderirler. Hayvanların dağda birkaç hafta dinlenmesi lazım ki, otlar taşınacak; saplar taşınacak; gem sürülecek… Hem hodağın hem de öküzün işi bitmez ta kar yağana kadar…
Hodağın tekerlemesini de hatırlamak gerek: herk sırasında öküzlerin boynuna (boyunduruğa) binen hodak, kendi öküzlerine ses verirken diğer taraftan arkadaşlarına da laf atar. Hatta ta başka tarladaki hodaklara bile gönderme yapar.
"o geeeçeydan bu geeeçeydaaan, ........meydan, Ho babam hoooo?" "O geeeçeden ot getür, Bu geeçeden ot getüüür, .....kulağından tut getüüüür Ho babam hooooo?" "o geeeçe gemeri Bu geeeçe gemeri, ....sırtına vurdum semeriiiii Ho babam hoooo?"
Yorumları için Ahmet Abiye, Orhan ve Mehmet kardeşlerime teşekkür ederim,
Ahmet Abi, inşallah GEM SÜRMEK, ÇİFT SÜRMEK, gibi hodaklığın alt bölümlerini tamamlayacam.
zakir bu hodaklık işine birde gem sürmeyi eklesen. öküzlerin dışkılarını saplarla alışımızı falan.
birde kızıl peynir sanki her cuma değil, sadece hodaklığın “KAPANIŞ TÖRENİNDE” yapılırdı diye hatırlıyorum,
genede MÜKEMMEL yazmışsın. tebrik ediyorum
ZAKİR HOCAM BUNU SENELERDİR BEKLİYORDUM BU KONUYU TAM ANLATACAK BİRİLERİ ÇIKSIN DİYE ÇOK KERE YAZILAR YAZDIM.AMA SEN TAM YAZMIŞSIN ÇOCUKLUK VE GENÇLİĞİMİZİN BİR PARÇASI GEŞMİŞİMİZİN DEKİ EN ÖNEMLİ KONYDU.ŞİMDİKİ NESİL VE GELECEK NESİLLERİNDE ÖĞRENMESİ GEREKEN KÜLTÜR MİRASLARIMIZDAN BİR PARÇA. İÇTENLİKLE TEŞEKKÜR EDİYORUM.
GELECEK NESİLLERE ULAŞTIRMAK AÇISINDAN ÇOK GÜZEL BİR HİZMET YÜREĞİNİZE SAĞLIK
çok güzel yazmışsın ellerine sağlık