Neredeyse bütün insanların ortak zevkler hamburger ve kola gibi geliştirdikleri, daha doğrusu bu zevklerin insanlara dayatıldığı bir dünyada, benim dönere övgü diye bir yazı yazmamı garipseyenler olabilir. Ne gam, ister garipseyin ister garipsemeyin, gene de buyurun döner muhabbetine.
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi,
M. Akif Ersoy
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Oltulular’ın Oltu dışında karşılaştıklarında sohbetlerinin dönüp dolaşıp dönere gelmesi şaşırtıcı değildir. Zaten birbirlerine verdikleri ilk haber de yeni açılan döner salonlarıdır. Aydınlanma devri Fransa?sındaki ?edebiyat salonları?na inat, Oltulular?ın ?döner salonları?… Muhteşem! Bu döner salonlarının İstanbul?da, Ankara?da, Bursa?da hulasa her şehirde nerede oldukları bellidir, erbabınca iyi bilinir ve keyif kabilinden de olsa mutlaka bir iki cağ yenir.
Oltulular’ın Ümraniye’de bir dernek kurduklarını duyduğumda ne yalan söyleyeyim ilk aklıma gelenlerden biri de bunların “döner yemek için bir araya gelen Oltulular” olup olmadıklarıydı. Öyle ya Oltulu olup da bir araya geldiğinde döner yemeyen kişiler nüfus cüzdanlarını bir daha kontrol etmeliydiler. Allah’a şükür ki Ümraniye Oltulular Derneği bu sınavı başarıyla geçmiş bulunuyor. Bunlar öz be öz Oltulular. Bildiğim kadarıyla hafta sonu döner yaptıkları gibi misafirlerine de döner ikram ediyorlar. Elbette derneğin güzel amaçları da var döner ikramı dışında.
Arkadaşlar çeşitli zamanlarda birbirlerine M. Akif Ersoy’un Çanakkale savaşları için yazdığı “Şu boğaz harbi nedir?” diye başlayan şiiriyle mizah yaparlar. Bu döner işi de Oltulular için buna benzer bir şeydir. Ama galiba daha fazlası. Sadece karın tokluğu için değildir döner sohbetlerin en koyulaştığı, mizahların insanları kahkahadan kırıp geçirdiği bir ortamdır. Bir zevktir ve belki de Oltululukta en son nokta, fena fil Oltululuktur.
Düşünsenize daha biz ilkokulda iken 25 Mart Oltu?nun Kurtuluş törenlerine gelmek için olağanüstü bir çaba harcardık. Para biriktireceksin, aileni ikna edeceksin, okuldan kaçacaksın, bir sepet yumurta ve bir küçük bidon süt ile arabaya istif olacaksın ve Oltu?ya gideceksin. Zor ama bir o kadar da zevkli bir süreç. Akşama köyüne döndüğünde yegâne ve en büyük hatıran Koç Kebap Salonunda, Canbaba?da, Lalezâr?da ve bilmem hangi kebap salonunda yediğin döner olacak. Garsonun ağzını bükerek ve genzine sararak bağırdığı ?kees biiir? senin içindir. Büyük andır o an. Gel ki dönerle birlikte bir çuval ekmek yemişsindir ama olsun.
Az kalsın unutuyordum. Önemli misafirlere ne ikram edeceğiz diye düşünmene gerek yoktur. Tabi ki döner. Yani kolcu kebabı… Kırda yenilen kebap ateşinin alazında çekilmiş fotoğraflar vardır. Uzunoluk?ta, Masirik?te yenmiş dönerler için bu sıkça rastlanan bir durumdur. Nasıl yeni doğan bir çocuğun fotoğrafı çekilirse, ona benzer böyle olağanüstü bir durum ölümsüzleştirilmez mi? Üstelik elinde çay, ağzında yiyormuş gibi yaptığın cağ olmalı, önünde ise alevi yükselen ocağın üstünde şiş… Yine muhteşem…
Bir şey çıktı son zamanlarda: Kırmızı et ve beyaz et. Kırmızı et, yani dönerin hammaddesi olan daha zararlıymış. Oysa Oltulular, dönere bir torba tuz, bir o kadar baharat boca ettikten sonra, dönerin suyu ve yağı yere damlayıp boşa gitmesin diye özel döndürme yöntemleri elde etmişlerdir.
Ya döner evine ve sohbetine verilen selamı duysanız hala kırmızı ve üstelik yağlı etin zararlı olduğunu söylemek cesaretine sahip olur muydunuz?
– “Yağlı olsun”!
– “Sağol”!

Bir Oltulu “tavuk döner” diye bir şey duyduğu zaman hangi tepkiyi gösterir bilemem ama ben bunu ilk duyduğumda “o da ne ola ki?” diye şaşırmıştım. Sahi Oltulular o dönerden yiyorlar mı?
Ama olsun daha ne dönerler var. “Keser döner, sap döner”, devran döner, yanar döner, sözünden döner…
Bunlar bir şey değil. Bizatihi dünya dönmekte değil midir, Ey dostlar!

Dönerin hakkı ancak böyle anlatılır.Eşref kardeş senin siyasete girmeni ve bu ülkeye hizmet etmeni istiyoruz, çünkü sen çok zekisin.
güzel yazmışsın yüreğine eline sağlık