MEKANLAR “ÇAYA AĞIT”

Akşam çayı, kahvaltı çayı, tesbihçilerin on çayı, ikindi çayı…

Çaya veda edilebilir mi? Edenler vardır, her türlü sebepten…

Konu Rize’nin dağ-bahçelerinden toplanıp Erzurum’da tüketilen çay değil. Biz ona kolay kolay ağıt yakamayız. Damarlarımızda kan kadar çay da dolaşır.

Çayı demlenmeye bırakıp sadede gelelim. Köyümüzün önünden akan bir dere vardır. (Dere dedim belki de kızdınız.) Akdağ’ın damarlarından süzülüp gelen berrak suyu, Çoruh’a ulaştıran, her daim yüzümüzü çevirdiğimiz, hatta kıbleye döndüğümüzde mecburen yöneldiğimiz dere. İşte biz bu dereye ne diyoruz? Büyük harflerle “ÇAY” diyoruz. Akdağın ve Orcuğun dağının eteklerindeki dereler yaylada birleşir ve çay oradan başlar.

google earth

Köyümüzün önünden akan bir çay var(idi). Var mı? Artık yok. Kanal var. Yeni yapıldı. Köyde yaşayanlar zaten her zaman görüyor, köye gitmeyenler de sanırım sosyal medyadan görmüşlerdir.

  • İlkokula giderken teneffüslerde nefesi çayda alırdık. Altları sabun olmuş kara lastiklerle buzun üzerin kendimize oyun alanı açardık. Ya da Dursun Emi’nin sobalarından çıkardığımız gabaralar üzerinde topaç döndürme yarışı yapardık. Buzun üzerinde mimleyen topaçların birbirlerine çarpmasıyla neşelenirdik. O çay yok artık.
  • Yaz aylarında iftara soğuk su götürmek için ikindiden gider çayın kenarından çıkan gözelerden su doldurmak için sıraya girerdik. Tarladan, herkten yada ekinden ya da su suvarmadan dönen büyüklerimiz için soğuk su taşırdık. Çaya akan buz gibi gözelerimiz vardı. O çay yok artık.
  • Kurunlar vardı; tahıl yıkamak için. Ekinler harmanda tahıla dönüşünce, değirmenden önce çayın kenarına kurulmuş kurunlar da yıkanırdı. Kuru tahılları harmandan kuruna taşırdık. Çayın bol suyu ile yıkanıp kesmükten, samandan ve taş-topraktan arınan tahılları kurutmak için bacalara taşırdık.
  • Yazın otlamaktan dönen hayvanlarımız çayın suyuyla doyarlardı. Köye girmeden, ahıra varmadan uzun yolun yorgunluğunu çayda su içerek atarlardı.
  • Kış aylarında hayvanlarımız altı ay ahıra kapanırdı. Ama bir özgürlük zamanları vardı. Öğle saatlerinde çaydan su içmek için çıkarlardı. Danalar atlaya atlaya, öküzler böğüre böğüre/eşine eşine, eşekler anıra anıra çayın yolunu tutardı. Buz kırıkları arasından kuru samanla yanmış midelerine bol bol soğuk sudan içerlerdi. O çay yok artık.
  • Analarımızın, bacılarımızın ömürlerinin bir kısmı çayda geçerdi desem belki abartmış olurum. Ama öyleydi. Köye çeşmeler yapılmadan önce her gün eve omuz ağaçlarıyla çaydan su taşırlardı. Evlere çamaşır makinaları gelene kadarda gün aşırı çayda çamaşır yıkamaya giderlerdi. Yaz kış demeden. Buz gibi suda, yassı taşın üzerinde kili sürerlerdi çamaşırlara saatlerce.
  • Çocuklarında oyun alanıydı. Çamaşır yıkamaya giden annelerinin peşine takılan çocuklar, çayın yılların yorgunu taşlarıyla ev yapar, tandır ya da merek yaparlardı. Kızlar ise çamurdan katmer kete yaparlardı. Hayatı öğrenirlerdi. O çay yok artık.
  • İlkokul çağındaki çocuklar yaz aylarında çayın suyunun önünü keserek göl yapardı. Diz seviyesi derinliği yüzmek için yeterliydi. Yarım metreyi geçince o göl derin sayılırdı. Yaz ayları bile olsa gözelerden henüz yeni çıkmış olduğu için su soğuktur. Ailelerden habersiz gidilirdi. O çay da yok artık.
çocuklar yüzüyor
Kadir ALTAŞ’ın arşivinden

Yüz yılların biriktirmiş olduğu hatıralar vardı, her bir taşın, akıp giden her damla suyun, göz göz kaynayan gözelerin… köprünün üzerinden bir yukarı bir aşağı bakıp da tarihi seyre dalmıyor muyduk hiç? Çocukluğumuzu, gençliğimizi ve dahi mezarlıkta yatanların hatıralarını eski dediğimiz mekanlarda yaşamıyor muyduk?

 Çayın sesi hayatın varlığının deliliydi. İn-cin uykuda uyumayan gece gündüz demeden varlığını hatırlatan, bebeklere ninni, düğünlere çalgı olan, beş vakit ezan sesine ses katan o çay yok artık.

 Diyeceksiniz ki, “onlar eskide kaldı.” Benim işim bu. Ben eskileri yazarım. Benim hikayem eskilerdir. İnsanlardır, mekanlardır ve dahi zamanlardır…

google earth

Her yeni olan iyi midir? Onu bilmem ama eskinin üzerine kurulan her yeni insandan bir şeyler götürür. Belki öyle olması gerektiği için yenilenmiştir ama eskinin yıllar süren birikimi çok şey ifade eder. Mekanlar için daha fazlasıdır.

Değer verdiğimiz mekanlar açısından düşünürsek daha da iyi anlaşılır. Yılların birikimi mekanı değerli yapar, kıymetini artırır. Yani Süleymaniye camii yapıldığı dönemden daha değerlidir. Bugün ‘dahası’ olan camiler inşa ediliyor ama hiçbirisi Süleymaniye, Sultanahmet olamıyor. Olabilmeleri için üzerlerinden yüzyılların geçmesi gerekiyor çünkü.

Bu kanalın yapılmasıyla ilgili iyi ya da kötü oldu tartışması içinde değilim. Belki de eskisinden çok daha iyi olmuştur. Etrafında yollar var, zamanla ağaçlanır, yürüme alanları oluşturulur, çardaklar yapılır, çok daha güzel olur. Ben üzerine beton döktüğümüz çayı düşünüyorum. O taşları, gözeleri düşünüyorum. Sadece bir çay değildi. Bizim yaşam alanımızın bir parçasıydı.

Sadece insanın mı hafızası var, zaman ve mekânın da bir hafızası var. Mekanın da bir kalbi var, bir ruhu var. Doğduğumuz ve çocukluğumuzun geçtiği yerleri neden özleriz. Gönülden gönüle bir bağ kurmuşuzdur o mekanla. Muhabbet tek taraflı değildir. Sen onu seviyorsan canı gönülden o da seni seviyordur canı gönülden. Sen özlüyorsan o da özlüyordur.

Mekanlarla gönül bağı azaldıkça insan yalnızlaşır, yabancılaşır, çoraklaşır. Çağdaş hastalıklardan bir kısmı da işte bu yüzdendir. Yani ‘sıla-i rahim’sizliktendir. İnsanın, insanları azalınca dünyada mekâna sığınır. Mekanda bulur kendini ve insanlarını. On yıllar boyu biriken birliktelik mekânın ruhuna sinmiştir. İnsan ölür mekan ölmez. İnsan da mekanı tahrip ederek kendini yalnızlaştırır. Çünkü insanın yaratılışında vardır; ‘hers’ i tahrip etmek.

  13.02.2025

Loading

Bu yazıyı derecelendirmek için tıklayın!
[Toplam: 8 Ortalama: 4.6]

Bir yorum yazın

İsim girişi zorunlu, E-posta girişi isteğe bağlıdır. E-posta hesabınız yayımlanmayacaktır.

14 Yorum

  1. Prof. Dr. Mustafa Ağırman

    Zakir, hem senin o duygu ve hasret dolu yazını hem de Kadir beyin şiirini okudum. Kadir beyin ve diğer arkadaşların yorumlarını da okudum. Çay hakkında bir yazı yazılacaksa bunu ancak sen yazardın; sen de sana düşeni yaptın ve yazdın. Kadir beyin ve diğer arkadaşların yorumları ile çayın değeri bir kat daha arttı. Ama ne yazık ki, şimdi çay yok; kanal var. Hiç olmazsa onun çevresini güzelleştirelim.

  2. Dr Ender Altaş

    Zakir hocam,çok güzel bir yazı olmuş.Kadir dayım da aynı güzellikte yazmış.Yeni yapılan yolların ağaçlandırılarak yürüyüş yoluna çevrilmesi fikri de güzel.Muhtarımıza duyuralım.Son cümleni de açıklardan güzel olur.

    • Zakir ALKAN

      Teşekkür ederim Ender abi. Son cümlede Bakara Suresi 205. ayete atıf yapmıştım.

  3. FATİH AĞIRMAN

    Hafiz harika bir konuyu ele almışsın yüreğine sağlık

    Bizim köyümüz memleketin incisi dir bir damla suya hasret kalan köyler kasabalar şehirler var o yüzden çaymız derelrimiz göllerimiz Bizim için Allahın bize lütfettiği birer nimettir

    Ağzına sağlık hafiz
    Senden göllerimiz ile ilgili bir şeyler yazmanıda bekleriz

    • Zakir ALKAN

      Hafız, Aslında ne kadar şükretsek azdır. dağlardan berrak tertemiz suyu toplayıp bize getiriyordu. İstediğin yerde avuç avuç doya doya iç. Kaç köye nasiptir. Teşekkürler

  4. KÖMÜRCÜOĞLU KADİR ALTAŞ

    KÖYDEKİ SÖĞÜT AĞACI
    Asırlardır köprü başı bekledin
    Saydın mı yaşanan yılları söğüt
    Her gün dertlerine yenisini ekledin
    Bildin mi ayları günleri söğüt.

    Yolcu ettin gurbetçiyi askeri
    Kaçı gitti kaçı geldi ki geri
    Sana da yüklendi hasret çemberi
    Hep dönüp dolaştın beyhude söğüt.

    Altından geçiyor koca çağlayan
    Dibinde güldü nice ağlayan
    Seni bize, bizi sana bağlayan
    İnce filizlerin bitti mi söğüt.

    Sabah akşam gelip önünden geçtik
    Çayın karlı buzlu suyundan içtik.
    Seni kendimize bir tarih seçtik
    Çekemedi gövden bu yükü söğüt.

    Seller oyamadı senin kökünü
    Kaç yıldır taşırsın bu gam yükünü
    Dalından yaptılar arkın bükünü
    Yeşeren ağaçlar yavrundur söğüt.

    Gök gibi gürledin yere yatarken
    Güneş gibi ufuklardan batarken
    Çocuklar gölgende oyun tutarken
    Döktün seyrine alemi söğüt.

    O yaşlı gövdende ızdırap azdı
    Muhtar da dibinde çukuru kazdı
    Kömürcüoğlu geldi destanı yazdı
    Seni gömecekler tarihe soğut.

  5. KÖMÜRCÜOĞLU KADİR ALTAŞ

    ÇAY Köyümüz için bir kültürdü hayat ona bağlıydı
    Suyu seli kavagi söğüt u calilisi çirpisi gözesi taşı kumu kenarı köşesi hep bizimle idi bizi anlatıyordu
    Malları suya götür
    Çaydan küleklerle su getir
    Kimleri çayda islat
    Hanimlar çaya gitti
    Çamaşırlar eskiden cayda yıkanırdı
    Çaydaki gözeden içme suyu getirilirdi
    Yukarı mahalleliler Ciresin derenin çaya kavuştuğu yerden su getrirlerdi.
    Omuz ağacı dedigimiz her iki başında çengelleri olan 125 cm boyunda külekleri o çengele takar eve getirirdi.
    Bu çaya suya gitmekte ayri bir kültür sevdalar görüşmeler uzaktan el sallamalar mendil yollamalar kız kaçırmalar çaydan su getirme zamanında olurdu.
    Çünkü kızlar evden diğer türlü çıkamaz caya gitme çamaşır yikama çaya gitme
    su getirmeye kimse bir sey demezdi .Genç delikanlilarda bu ani dört gözle beklerdi.Diger türlu kızların olduğu alana gidilmezdi.
    Ayıp ti bir gören olur
    Veya kızın tarafindan birisi görürde ayip olur.
    Delikanlilar bir hata yaptığında onun babasi medreseye çağrılır uyarıldı .
    Hasılı çay bir sevdaydı bir aşktı bir duyguydu bir hüzundu bir hayat kaynağıydı. Bir kültürdü.
    Medeniyet bizim bu kültürümüzü tarihe gömdü.
    Ama sebebi yine biz dik.
    O kültürümüze sahip olamadık bakımsız bıraktık kirlettik canına kıydık.
    Uyarilara kulağımızı tıkadık
    Görmezden geldik.
    Dışarıdan gelenler köyümüze beğendi fakat cayın kırlı hali o güzellikleri kapatıyordu biz koruyamadik.bizler hep birlikte kiydik.suç bizlerde

    Çeşmenin başı güzel
    Kurnasi taşı güzel
    Çeşmeye bir kız gelmiş
    Kiprigi kaşi güzel

    Zakir hocam ağzına gönlüne yüreğine kalemine sağlık kardeşim Rabbim sağlıklı huzurlu uzun ömür versin
    Kanayan bir yaramızı bizlere hatirlattin.
    Bu nun gibi nice güzeligimiz var bari onları koruyalım
    Allah a emanet olun

    • Zakir ALKAN

      “Hasılı çay bir sevdaydı bir aşktı bir duyguydu bir hüzundu bir hayat kaynağıydı. Bir kültürdü.” Kadir abi teşekkür ederim.
      Bir de sevdalar var değil mi, çayın yolunu bekleyenlerin sevdası. Ne çok bağlıymışız değerini bilmediğimiz, çoplüğe çevirdiğimiz çaya.

  6. Şakir Akyüz

    Zakir hocam yüreğine sağlık ne kadar güzel duygularla anlatmışsın çay bizim için çok başkaydı ağrı kesici ilaç gibiydi bize çok yakın olması sebebiyle bir çok ihtiyacımızı oradan gideriyorduk .öküzlerin çakılacak olan ayaklarını orada yumuşatır karın ağzımızı çay taşıyla giderirdik. Domino ve çizgi oynamak için düz taşları oradan temin ederdik ,sel gelince getirdiği yungalari çalı çırpıyı toplardik söylenecek çok hatıralar var ama çay artık yok

    • Zakir ALKAN

      Şakir Hocam, Bir çok ihtiyacımıza cevap veriyordu değil mi. teşekkür ederim yorumların için.

  7. Fatih Ağırman (Mollagil)

    Kalemine ,kelamına sağlık zakir hocam. İnşallah yazdığın satırlar sadırlara işler.

    • Zakir ALKAN

      Teşekkür ederim

  8. Musa AKYÜZ

    Eyvallah Zakir hocam.Kalemin de yüreğinde dert görmesin.

    • Zakir ALKAN

      Teşekkür ederim Musa Hafız.

© 2025 iNCi KöYü