Evvel zaman içinde bacalar vardı. İnsanı insandan, insanı doğadan ve insanı güneşten, komşuyu komşudan ayıran çatılar çıkmadan önce.
Evlerimizin güneşe, semaya bakan yüzleriydi,
Hayatı gören gözleriydi.
Nefes alınan yer, aya bakılan yerdi bacalar.
Biz “baca” diyorduk, başkalarının “dam” dediği yerlere. Başkalarının “baca” dediği yerlere de “buhari” diyorduk. Buhurun, buharın çıktığı yer anlamında. Biz yine dam’ı davarlar için yapılan kışlık ahırlar için kullanıyorduk. Bu açıklamalardan sonra biz tekrar bacaya çıkalım.
Düz ovalara değil de dağ yamaçlarına kurulan köylerde bacaya merdivenle değil, düz ayak çıkılır. Her yolun, her sokağın altı düz ayak bacadır. Bacalar yolun bir parçası ya da devamıdır. Onun için yol ile baca iç içedir ve her an hayatın bir parçasıdır.
Sabahtan hayata bismillah dediğimiz yerdi orası.
Güneş bacadan doğar bacadan batardı. Bacada karşılanırdı güneş, bacadan uğurlanırdı.
Duvarlara pencere konulmadan önce bacalarda pencere vardı. Küçük bir pencere; “dünyaya kapalı Allah’a açık.”
Çocukluğumuzun oyun parkıydı. Kazardık “kuyu”muzu bilye oynardık; “gıdma” oynayarak kazanmanın zevkine varırdık. Bazen de kaybeder hayatın kazanmadan ibaret olmadığını, kaybetmenin de dünyanın sonu olmadığını öğrenirdik. Yiğit düştüğü yerden kalkar der, yeni bir oyunla kazanmanın yollarını öğrenirdik. Kazanan da dünya benimdir hayalini kurmazdı. Arkadaşının bilyesi azalınca kazandığı bilyeleri tekrar bölüşürdü. Hayatın bir anlamının da paylaşmak olduğunu kaybeden arkadaşımızın gözlerinden öğrenirdik. Soğukta bilye oynarken bacanın toprağına sürtüne sürtüne soyulurdu ellerimiz, çatlardı parmaklarımız.
Bacaya çizgimizi çizer, kuralına göre çizgi oynardık. “Api api nos” ile biterdi çizgi oyunumuz. Gözlerimiz kapalı hayal gücümüzle çizgilerden ilerlerken, ferasetle görmeyi öğrenirdik.
Çeliğinden çomağına, bastik’inden domine’sine kadar her oyun bacalarda oynanırdı ve geleceğin büyükleri olarak hayatın kurallarını biz bu bacalarda bu oyunlardan öğrenirdik. Hayat mektebiydi bacalar.
Bacalardan atlardık kışın kar yığınlarının, yazın da saman yığınlarının içine. Büyüdüğümüzü ispatlamak için en yükseğinden atlardık pantolonumuzun yırtılmasına ya da çamurlanmasına aldırış etmeden.
Bacalar boş kalmazdı. İşinden dönen, işine ara veren nefes almak için bacaya çıkar ve çocukların oyunlarını gayrı ihtiyarı izlerlerdi.
Mızıkçılık yapılmazdı, yapılamazdı. Çünkü bacanın ucunda kendi dünyasının hesabını yapan ve oyunlara ilgisizce düşüncelere dalan büyüklerimiz buna müsaade etmezlerdi.
Komşunun komşu çocuğunu hiç çekinmeden terbiye ettiği yerdi bacalar. Komşu çocuğun komşu amcadan teyzeden terbiye dersleri aldığı yerdi. Hiçbir baba ya da anne ‘benim çocuğuma karışamazsın’ deme edepsizliği göstermezdi. Mahalle sakininin öğretmen ve öğrenci rolünü en güzel ve karşılıksız ve de samimiyetle oynadığı yerdi. Edep mektebiydi bacalar.
Büyükler için de sosyal bir alandı. Kışın güneşlenmek için yazın da serinlemek için bacaya çıkılır. Kışın güneşin aldığı yerler vardı bacada. Hele bacanın arka tarafında bir ambar var ise ambarın koluna yaslanmak güneşlenmek için en ala yerdir. Av yarenliklerini dinlerken kendimizi ormanın içinde iz sürerken yakalardık. Bitmezdi ambar kolunda yapılan yarenlikler ta ki güneşin feri gidene kadar.
Camiden çıkan yaşlılarda bacaya dizilirlerdi. Beklerlerdi sonraki namaz vaktini bacalarda. Eski zamanları konuşurlardı birbirleriyle. Ne çok anı biriktirmişlerdi. Hele askerlik anıları hiç bitmezdi. Biz çocuklar, Dede Korkut’u dinler gibi huşu içinde dinlerdik yaşlılarımızı.
Televizyon yoktu. Telefon yoktu; akıllısı zaten hiç yoktu. İnternette haliyle yoktu. Bütün dünyamız bacalarda büyüklerin anlattığı kadar genişti. Ama bize yetiyordu.
Ağlamak için de gülmek için de gidilecek yer bacaydı. Varsa bir derdin bacanın bir köşesine oturur gizli gizli ağlarsın. Dökersin içini, rahatlarsın. Gülmeni durduramıyorsan kaçarsın büyüklerin yanından (onların yanında her şeyin aşırısı gibi gülmenin aşırısı da ayıptı) bacada doyasıya gülersin.
Sonra bacalar, geride kalanların, el sallayanların yeriydi. Gurbetin yolu buradan gözlenir, gurbetçi buradan uğurlanırdı. Gidenin arkasından bacanın ucuna kadar gidilir; bir adım daha atılamazdı. Sidretü’l münteha noktasıdır o yer. Gidenler orada beklenir, gidip de gelmeyenlerin türküsü orada yakılır kimseler duymadan. Bacanın ucunda başlayan gurbet, bacanın ucunda biterdi.
Sevdalar çekilirdi bacalardan. Her leylanın kapısı mutlaka bir bacadan görünürdü, uzaklık yakınlık fark etmez. Mecnun leylayı görmek için kışın ayazında saatlerce bacanın kuytu bir gölgeliğinde soğuktan kıvranır dururdu. Efkarla çektiği sigaranın ateşinde ısınırdı.
Kışın bereketi ambara girmeden önce bacalarda boy gösterirdi. Harmandan kaldırılan tahıl, önce ‘kurun’larda yıkanır sonra bacaya çıkardı, günlerce mısır ‘çala’sından yapılan hasırlar üzerinde bacayı süslerdi. Bacanın bir ucunda ‘aşur’lar pişirilir bulgur yapılırdı.
Sabahleyin, çobanın dağları uyandıran tulumuyla, karşıdan nazlı nazlı süzülerek giden davar seyredilirdi bacadan. Akşam dönüşte de filmin ikinci yarısı izlenirdi.
Bir de bacaların ucundan kabristana bakılırdı. Bütün geçmişin ve geleceğin sırrı işte o bakışta gizliydi.
Daha neler saklıydı o bacalarda, çocukların gözyaşları, gençlerin sırları, yaşlıların hüzünleri, gizemleri, geçmişleri, korkuları, ümitleri…
Türkülerimiz de bile bacalara yer vermişiz; “bacadan bakan oğlan, göyneği keten oğlan…” “bacaya serdim kilim, gel otur benim gülüm….”
Gelini, damat ve sağdıçlar al yeşil puşularla bacada karşılarlardı. Davulun sesi harmanların bacasından gelir, bara dizilirdi gençler tey, tey, teeey…
Davetlerimiz için sofrayı bacaya kurar, kurban bayramında kınalı koçlarımızı bacada keserdik.
Hayatı bacada yaşadık biz…
Bacaların bir de bakımı vardı, zahmetliydi. Toprak bacalar. Yağmurdan sonra damla damla ev göl olmasın ya da kışın soğuktan korusun diye her yıl bakımı yapılırdı. Has toprak getirilir her tarafına, bilhassa ince yerlerine güzelce serilir. Baca silindiriyle çiğnenir. Olmadı yağmurdan sonra baca küsküsü ya da bel küreğiyle tokmaklanırdı. Ama yine de yağmurlu gecelerde evin çeşitli yerlerinden “dıp dıp” sesler gelir; tencere, tava, leğen evde halaya dizilirdi.
Hayatı kolay kılmak adına, baca küsküsünden kurtulmak için bacalardan vaz geçtik. Evlere tıkandık. Komşularla aramıza paslı tenekeleri perde yaptık.
Şimdi ne tahıl kurutacak bacamız var ne de “aşur” kaynatacak yerimiz var. Tahılı sokaklara seriyoruz, pilavlık bulguru da bakkaldan alıyoruz.
Yüksekten ayaklarımızı sallandıracağımız ya da ucunda “guguz” oturacağımız bir bacamız bile kalmadı.
Vesselam…
O bacaların bendeki hatırası iyi olmasa da Harika bir nostaljik yazı olmuş.
Çocukken bir kış gecesi hanın bacasından düşmüşüm. Karabaş köpeğin haber vermesi sayesinde donmaktan kurtulmuşum.
Sağ olasın hocalarımız, hem edibi yönden ve hem de sanat yönünden muhteşem bir tahlil ve öykü. Yüreğinize sağlık. (Yüreği deyimini sadece Türkçe ‘de bulabilirsiniz, başka milletler bilmez ve kullanmaz.) Selam tüm dostlara.
Değerli hocalarım kıymetli arkadaşlarım, yüreğinize, emeğinize sağlık. Yine eskiye çocukluğumuza yolculuk yaptık, okurken bile, birçok hatıra canlandı gözlerimizde. O bacaların hem üstünde hem altında yaşanan nice hatıralar geliyor insanın aklına.
Böyle çalışmalar gördükçe gurur duyuyoruz ki, hâlâ geçmişimizi unutmayan ve kaleme alanlar varmış. ALLAH’IM sizlere sağlık sıhhat versin, emeğinize teşekkür ediyorum, hocalarım.
Hocalarımızdan Allah razı olsun, süper yazı olmuş muhteşem bir makale olmuş, kaleminize yüreğinize sağlık.
Değerli Eşref ve Zakir hocam ikinize de ayrı ayrı teşekkür ederim, muhteşem olmuş.
“…tencere, tava, leğen evde halaya dizilirdi…” baca, oyun, terbiye, hasbihal vs. hepsi senin için altı doldurulcak yeni makaleler.
Çok güzel bir yazı olmuş. Adeta bacaları tekrar yaşadık. Emeği geçenlerden Allah razı olsun.
Eyvallah Zakir abi eline sağlık çok güzel olmuş
Maşallah, çok güzel olmuş ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Devlet planlama teşkilatının ofisleri gibi çalışan Bacalar. Yarın kim nerede ne iş yapacak, kime ırgat gidilecek, kime yardım edilecek karar verilen yerler. Ağzına yüreğine sağlık hocam.
Zakir hocam çok güzel teşekkür ederim sağol Varol devamını bekleriz
Kalemine yüreğine sağlık Zakir hocam
Anılarımızı tazeledin.
Eyvallah Zakir hocam,Allah razı olsun çok güzel olmuş vesselam.
Zakir hocam muhteşem bir konuyu işlemişsin gerçekten bir hayat okuluydu bacalar ağzına kalemine sağlık duygu, hüzün, neşe hepsi bir arada 👏👏👏👏