Siyasetin yorduğu nesiller…
Ne Asya’da ne Avrupa da ne de başka bir kıtada siyaset, ülkemizdeki kadar yorucu değildir. Siyasilerin yorgunluğundan bahsetmiyorum, siyasetin bilfiil içinde olmayan halkın yorgunluğundan bahsediyorum.
Sanıyorum ki başka ülkelerde siyasetin bir rayı var ve o rayda yürüyor siyaset. Krallıksa krallık , başkanlıksa başkanlık her ne ise insanlar onu kabullenmiş, siyasetin günlük ritüellerinden uzak olarak kendi işleriyle geçinip gidiyorlar.
Türkiye’de bu böyle değil bin yıllık maziye, yüz yıllık rejime rağmen oturmamış bir düzen var. Halen daha ideoloji yüklenmiş halklar arasında bir köşe kapmaca var. Kominist, islamcı, milliyetçi, ülkücü, batıcı, doğucu, sağcı, solcu, türkçü, kürtçü, sunni, alevi vb. bir sürü ideoloji yüklenmiş toplum kesimleri, diğerinin elinden kurtarmaya çalışıyor devleti. Ayrıca ‘Kemalizm’ diye bir ‘deli gömleği’ de devlete giydirilmiş.
(İktidarı tencere belirler veya ‘boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur’ gibi ifadelerin bizim toplumumuz da hiçbir zaman geçerliliği olmamıştır. Sağ siyasette defalarca tencerenin dibi görünmesine rağmen sol siyaset yine iktidar olamamıştır. Çünkü bizim duygularımız midemizden öncedir. Bu aslında insansı bir özellik, hayvansı değil. Bu yönüyle bu kadar ideoloji yüklenmiş olmasına olumlu da bakabiliriz.)
Böyle bir devlet içinde siyasetçiden çok kendi idealini hâkim kılmaya çalışan halk yığınları siyaset yorgunu oluyor. Bin yıllık, ya da daha fazla, tarihimiz içinde müslim ve gayr-i müslim ayrımımız vardı ve devletin sahibi vardı. Kimse kendi gömleğini devlete giydirme derdine düşmüyordu. Son bir buçuk asırdır siyaset hastası olduk.
Bugünün siyaset yorgunu olan nesiller, doksanlı yıllarda, kapital kaygılardan uzakta, gece sabahlara kadar devlet yıkıp devlet kuranlardır. Bu nesillerden bir kısmı (öncekiler) siyasete girerek işin o kadar kolay olmadığını gördü, ama siyaset dışı kalanlar (sonrakiler) siyasi çarkın içine girip de ideallerini kapital zamana uyduranları savunmaktan yorgun düştüler.
Bilhassa seksenli doksanlı yılların keskin radikalizmini yaşamış nesiller (her cenahta sağcı, solcu, islamcı..) ideallerini besleyen öncüllerin arkalarını toplamaktan yorgun düştüler. Bir önceki nesilde (altmışlı yıllar) kendi meşrebinin uçuk hayallerini kuranların sayıları azdı ve çoğunlukla siyasette yerlerini aldılar. Bu günün siyaset sahnesinin çoğunu bu nesil oluşturuyor. Milenyum sonrası nesil ise, politikayla çok işi olmadı. Ya da sosyal medyadan öğrendikleri üzerinden temelsiz, muhalif bir çizgide yürüyor.
Seksen ve doksanlı yılların gençliği, öncekilerin hatalarının (başkasında olsa kabullenemeyeceği) üstünü örtmekten ve sonraki nesile de ahlaki bir siyaset öğretmekten yorgun düştüler.
Siyaset, kahvehanelerde, bireysel ya da devlet ofislerinde, meslek gruplarının masalarında konuşulduğu kadar belki de Ankara’da konuşulmuyor. Siyasetin merkezindekiler, üç- beş demeçle, kameraların önünde yönlendirmelerle sadece hücum emri veriyorlar. Gerisi akıncı grupların masalarında devam ediyor.
Ayrıca Tv programlarının reytingleri de siyaset üstünden devam ediyor. Herşeyologların bilgi dolu tartışmaları sosyal medyanın gündeminde en üst sıralarda yer buluyor. Asrımızın kara lekesi olan İsrail soykırımını bile gölgede bırakacak kadar gündem belirliyor. Her gün evimizin orta yerinde bangır bangır bağırarak incir çekirdeğini doldurmayan ateşli tartışmalarla siyaset yorgununun masasına gündem oluyorlar.
Tabi ki siyasetin en yorgun neferleri de yönetimi elinde bulunduran kesimi destekleyenler. Çünkü onlar hep savunmadalar, karşı taraf hep hücum ediyor. Her bir olumsuzlukta liderini partini savunmak zorundasın. Çünkü yıllarca kurmuş olduğun duygu dünyanı onlar temsil ediyor. Onların başarısızlığı senin dünyanın yıkılması demektir.
Burada şu sorulabilir; siyasettekiler gayet iyi hatiptirler, zekidirler, yeteneklidirler kendilerini yani bir ‘halt işlenmişse’ savunamazlar mı ki?
Gönül bunu ister, daha fazlasını da ister; gelsinler bunun bir ‘halt yemek’ olmadığını keskin zekalarıyla ve güçlü hitaplarıyla anlatsınlar. Bizim gibi ‘kem küm’cülere bırakmasınlar. Ama öyle olmuyor. Nasıl ki, hâkimin hakkını savunmak mübaşire düşüyorsa, siyasetçiyi savunmak da cebinde çay parası olmayan kahvehane müdavimine düşüyor.
Siyasetçiye ulaşmak, yenilen bir halt varsa onu sormak tabii ki de kolay bir şey değil. Siyasetin en küçük biriminde olanın bile halktan kopmuş bir havası var. Öğrenci bile bir siyasi gençlik biriminin üyesi oldu mu havası değişiyor, kendisini geleceğin başkanı görüyor😊
Seçim yaklaşınca siyasi lider teşkilata emreder: “ bütün teşkilata sesleniyorum, halkın içine inin! kapı kapı gezin! “
Halkın içine inmek mi? Keşke inmeseler de halk aradaki uçurumu görmese. Teşkilat kim? Yüzde doksan Müteahhitlerden, işadamlarından, eski bürokratlardan oluşan bir yapı. Mercedesle halkın içine mi girilir, korumaların ortasındaki fiyakalı birine nasıl soru sorulur? El sık ve tebessüm et. Halkın içine girdik. Ee benim sorularım olacaktı, aynı masayı paylaştığım insanlara cevap vermek için; ben öncü kuvvetim ya ilk mızraklara ben göğüs gereceğim ya.
Teşkilatla tebessümleştik.
Masamdaki arkadaşın sorularına cevap bana kaldı.
Yoruldu bu millet siyaset yapmaktan yoruldu.
26.01.2024
Bir yorum yazın