Hafız Mevlüt ALTAŞ

Önsöz:

Vefatının 21. yılında babam Hafız Mevlüt Altaş’ı hayr ile yad ederim. Rabbim rahmet eylesin. Bu yazıda babamın kısa bir biyografisini, fotoğraf galerisini, bir düğün merasiminde yapmış olduğu konuşmasını, cenaze törenini, Esatpaşa İHL’deki veda programından bir kesiti ve son olarak akrabalarının, arkadaşlarının ve öğrencilerinin bizimle paylaştığı anılarını izleyecek veya okuyacaksınız.

Bu çalışma esnasında babam hakkında hiç bilmediğim bilgiler öğrendim. Mesela babam Erzurum İHL’de öğrenci iken iki yaz tatilinde Aşkale Çimento fabrikasında çalışmış. Bu sebeple sizlerden anılarınızı bizimle paylaşmanızı istirham ediyorum.

Bu sayfayı hazırlamamda emeği geçen, anılarını paylaşan herkese çok teşekkür eder, saygılarımı sunarım.

Yusuf Ziya Altaş

Biyografi:

Hafız Mevlüt ALTAŞ
Hafız Mevlüt ALTAŞ

Hafız Mevlüt Altaş 1951 yılında Erzurum’un Oltu ilçesinin İnci köyünde dünyaya geldi. İlk tahsilini aynı köyde yaptıktan sonra babasından (Yusuf Hoca) hafızlığa başladı. Hıfzını müteakip Erzurum İmam Hatip Lisesi’ne kaydını yaptırdı. Orta lise tahsilini Erzurum’da tamamladı. 1973-1974 öğretim yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü‘ne girdi ve yüksek tahsilini bitirdikten sonra 1978 yılında İstanbul Motor Meslek Lisesi Din Dersi öğretmenliğine atandı. 1981 yılında askerliğini İstanbul Tuzla’da kısa devre olarak yaptı ve tekrar aynı görevine döndü. 1981 Eylül’ünde Ümraniye Orta Okulu’na tayin oldu ve üç sene burada görev yaptıktan sonra Üsküdar İmam Hatip Lisesi’ne tayin oldu. 1994 yılına kadar öğretmen, müdür yardımcısı, müdür baş yardımcılığı görevlerini ifa ettikten sonra okulun erkek bölümünün Esatpaşa’ya taşınması nedeniyle Esatpaşa İmam Hatip Lisesi’ne geçiş yaptı. Burada da müdür yardımcılığı ve öğretmenlik görevlerini yaptıktan sonra geçirdiği pankreas kanseri neticesinde 24 Mart 2002’de vefat etti. Cenazesi Üsküdar’da bulunan Bülbülderesi mezarlığına defnedildi.

Hafız Mevlüt Altaş Hoca’nın 5 Kasım 2000 tarihinde yapmış olduğu konuşma

Fotoğraf Galerisi:

Veda:

Hafız Mevlüt Altaş Hoca’nın Cenaze Merasimi (24 Mart 2002)
Esatpaşa İmam Hatip Lisesi öğrencileri tarafından hazırlanan Hafız Mevlüt Altaş Hoca’ya veda programı (15 Haziran 2002)

Anılar:

Bir Dosta Mektup

Sevgili dostum, arkadaşım ve meslekdaşım Hafız Mevlüt Altaş Hoca,

Seninle İnci köyünde başlayan çocukluk arkadaşlığımız önce Kur’an Kursu’nda, arkasından ilkokulda devam etti. İlkokulda çoğu zaman İlyas, Kadir, Mevlüt aynı sırayı paylaşan üçlü olduk, beraber ders çalıştık, ödev yaptık, oyun oynadık, güzel günler geçirdik. İlkokulu bitirince ben Adana İmam Hatip okuluna gittim, sen köyde hafızlığa başladın. Böylece birbirimizden uzak kaldık. Ancak yıllar sonra sen hafızlığını tamamlayarak Erzurum İmam Hatip okulunda öğrenci oldun, ben ise İmam Hatip Okulunu bitirip Erzurum Yüksek İslam Enstitüsüne geldim. Yollarımız burada tekrar buluşmuş oldu. Erzurum’da da beraberce güzel günlerimiz geçti. Sonra sen İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü kazanıp İstanbul’a gittin, ben ise askerlik yaptıktan ve Mardin’de üç yıl görevden sonra İstanbul’a atandım. Tekrar aynı şehirde buluştuk. Yüksek İslam Enstitüsünden mezun oldun, İstanbul’da görev aldın, beraberce aynı şehirde yaşamaya başladık, hatta bir ara aynı okulda görev yaptık. Evlendik, çocuklarımız oldu fakat dostluk ve arkadaşlığımız zayıflamadı, aksine güçlü bir şekilde devam etti. Hafta sonları ya biz sende ya sen bizde, yaptığımız sohbetlerle haftanın yorgunluğunu üzerimizden atardık. İstanbul’un yoğun trafiği ve meşgalesi hiçbir zaman bir araya gelmemize engel olmadı. Ancak ilahi takdir her şeyin önüne geçti ve bu ilişkimizi sonlandırdı. İtiraf etmeliyim ki, 20 yıldır senin ayrılığını kabullenmek benim için kolay olmadı, seninle yaptığımız sohbetlerimizi unutmadım ve zaman zaman yalnız kaldığımda keşke… diyorum. Değerli arkadaşım, sen benim gözümde güzel ahlakın, tevekkülün, kanaatin, sabrın ve şükrün temsilcisi güzel bir insandın. Bu dostluğumuza nokta değil, virgül koyduğumuza inanıyor ve Cenab-ı Hak’tan bizi cennetinde, Hz. Peygamber’in livau’l-hamd sancağı altında buluşturmasını niyaz ediyorum.

Mekânın cennet, ruhun şad olsun. Allah Teala geride bıraktığın aile efradına sağlık ve uzun ömürler versin.

20.03.2022 / Prof. Dr. İlyas ÇELEBİ

Hafız Mevlüt Altaş
Mevlüt Altaş & İlyas Çelebi (1978)
Prof. Dr. Mustafa Ağırman anlatıyor…

Dağdaki Ahenk


Köyde arkadaşlarla çıktım dağlara,
Aksuda ekmeği ıslatıp yedik,
Yeniden yöneldik eski çağlara,
Burası bizim memleket dedik.

Çevirmede yaktık kebap ateşi,
Bir koyun etinden doldurduk şişi,
Sofralar donandı katmerle bişi,
Buyurun sofraya arkadaş dedik.

Papatya kaplamış deresi dağı,
Sümbülle laleler gönüller bağı,
Menekşeler içinde kurduk otağı,
Akdağ’ın belinde bir nefeslendik.

Servet’le Muzaffer Tıperden geldi,
Yusuf’un feryadı dağları deldi,
Kaya Ahmet ıslıkla koyunu saldı,
Hafız Mevlüt’e yoğurdu serptik.

Sanırsın yeşile bezenmiş dağlar,
Kuşlar ötüşür dereler çağlar,
Her çeşme başında bir kuzu ağlar,
Böyle yaşamayı çok özlemiştik.

Kadir ile Faruk Aksuda yattı,
Muhittin elini buzlara attı,
Kömürcüoğlu çıkıp yanına gitti,
Bu dağda yaşanan hatıra dedik.

Kömürcüoğlu Kadir Altaş / 26 Temmuz 2001

Hafız Mevlüt’e,
2001 yılının Temmuz ayının 26. Günü ve köydeki son gününde arkadaşlarla birlikte geçirdiğimiz günün anısına o gün için yazdığım şiir.

Hafız Mevlüt Altaş
Mevlüt Altaş & Kadir Altaş (1984)
Hamza Çelebi anlatıyor…

Babamla Anılarım

Rahmetli babamla geçen birkaç anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Rekabet: 5-6 yaşımdam itibaren satranç oynamaya başladım. Rahmetli babamla mücadelelerimiz her zaman kapışmalı geçerdi. Düstur yenilen pehlivan güreşe doymaz idi. O yüzden her iki tarafta kazanana kadar mücadele devam ederdi. Yaz tatilleri ve Ramazan ayı en yoğun oynadığımız zamanlardı. Babamın en güçlü tarafı satrançta vezirini kullanması idi ama bu bir zaafiyette doğuruyordu. Vezirini kaybetmesi en sevmediği ve yenilgiye götüren kısım idi.

TV: Eski bir Grundig marka siyah beyaz televizyonumuz vardı. Artık eskimesi sebebiyle iyi göstermemeye başlamıştı. Okuldaki bilgisayarcı tozun elektrikli aletlere çok zarar verdiğinden bahsetmiş hatta bilgisayarcı bazı durumlardı bilgisayar parçalarını suyla yıkıyormuş. Bunu öğrenen babam bir akşam geldi televizyonu yıkayacağız dedi. Evin ortasına kocaman bir leğen koyduk, televizyonun arka kapağını açarak leğenin içine yerleştirdikten sonra marşapayla su dökerek bir güzel yıkamıştık. İki gün soba arkasında kuruyan televizyon pek birşey değişmese de çalışmaya devam etmişti. En azından temiz bir televizyon olmuştu.

Kopya: Yazılı kağıtlarını genelde evde okurdu. Bende yanına oturur verdiği notlara bakardım. Birgün kağıtlara bakarken iki öğrencinin kağıtlarının birebir aynı olduğunu görmüştüm. Babama söyleyince elindem aldı, hemen vermiş olduğu yüksek notları silip ikisine de zayıf not vermişti.

Küfürlü konuşmazdı, dürüst ve doğru bir insandı. İçi gülerdi, merhametli idi. Biz ondan razı olduk, Rabbimde razı olur inşallah.

Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.

Yusuf Ziya Altaş

Yakın arkadaşı İbrahim Turgut anlatıyor…

Mevlüt Altaş (Allah C.C. rahmet etsin)

Mevlüt Bey’le yolumuz 1987 yılında Üsküdar İ.H. Lisesine atanınca kesişti. 1990 yılında Md. Yardımcılığı görevini üstlenince biraz daha yakınlaştık. İleri ki zamanlarda buradaki bazı akraba ve hemşehrilerini de tanıdım. Mesela Hattat Hasan Çelebi ve diğer Çelebiler… hemşehrisi Harun Keleş gibi.

Hasan Çelebi Hocaya hat derslerine gidiyorduk. O da geliyordu. Daha sonra bırakınca Hasan Hoca kabiliyetinin iyi olduğunu gelirse iyi bir hattat olacağını söylüyordu. Maalesef hatta devam etmedi.

İmam hatip liselerinde öğrenci alma geleneğinde iki düşünce vardı.

  1. Kemiyeti önemseyenler
  2. Keyfiyeti önemseyenler

O keyfiyeti öne çıkarırdı fakat kemiyet düşüncesi okula hakim oldu. Hal böyle olunca bunun için idareciliği bıraktı.

Okulun dışında beraber olabildiğimiz diğer bir mekanda din görevlileri lokali idi. Müsait zamanlarda diğer din görevlileri ile orada bulunurduk. Oradaki bazı faaliyetlere iştirak ediyorduk.

Hafız olması ve arapça biliyor olması mesleki yönünün güçlü tarafı idi. Nitekim din görevlileri lokalinde bazı din görevlileriyle arapça çalışıyorlardı. Bunların arasında hafız İlhan Tok’ta vardı.

Hastalığının son günlerinde Esatpaşa Mahallesindeki evinde bir saati aşkın hasbihal ettik. O halde bile İHL derdi ile dertleniyordu.

Allah rahmet eylesin.

Hilmi Beyca

Hafız Mevlüt Altaş
Hilmi Beyca & Mevlüt Altaş (1994)

Hattat Hasan Çelebi anlatıyor…

Köydeki Son Gün

2001 yılı Temmuz ayında Hafız Mevlüt benden bir hafta önce gitmişti köye. Ben bir hafta sonra Oltu’ya geldiğimi haber alan Hafız Mevlüt ve Yusuf Ağırman bir haftadır beklettikleri bir türlü yiyemedikleri yarım şaka yani koyun gövdesinin dörtte biri olan bölümünü buzdolabında bekletiyorlar. Hemen alelacele yağmurlu bir günde kabanın başına gidip kebap yapmak istiyorlar. Kadir gelir bir kebabı yiyemediniz demesin diye yağmur yaşta karanlıkta kebap yapıp yiyorlar.

O günün sabahında ben köye vardım olayı anlattılar. Aradan bir hafta geçti köyümüzde geleneksel ve yaygın olan arkadaşlar arasında cağ kebabı kırda bayırda veya evlerde yapıp yemektedirler.

Bu geleneğimiz yaşlılara sorduğumda seferberlikten önce (1914) köyümüzde yapılıp yenildiğini söylerlerdi.

Bizde köydeyiz her gün bir yere gezmeye gidiyoruz. Piknik yapıyoruz ama kebabımız yok. Bir gün yine köyde birlikte evin kapısında Hafız Mevlüt, ben ve Yusuf Ağırman oturuyoruz. Bir kebap olsa da yesek diye konuşuyoruz.

Ben heme kalkıp gidiyorum nereye diye sordular. Biz kurtuz kendimiz yakalar kendimiz yeriz. Başkasının leşini yemeyiz dedim.

Üçümüz kalktık bakkal Ali Aydın’a gittik. Onun koyunları vardı, Ali Usta satılık koyunun var mı? Var ağabeyi. Ama arkaçta. Arkaç koyun ve keçilerin yani küçükbaş hayvanların ağılına denir.

Birisini bulun alsın getirsin dedi. Tamam dedik. Bakkal dükkanında çıktık. Köyün camisine yakın olduğu için caminin bahçesinden geçelim dedik tam caminin bahçesinden geçerken solak Mustafa Altaş’la karşılaştık. Mustafa’nın arabası vardı. Mustafa araban nerede dedik. Mustafa evin önünde dedi. Bize arkaçtan bir koyun alıp gelir misin diye söyledik. Mustafa hemen ağabeyi ne demek nereye derseniz oraya giderim dedi. Hafız Mevlüt bende beraber gideyim çok zamandır arkaçı görmedim dedi.

Hafız Mevlüt ile solak Mustafa beraber arabaya bindiler gitti koyunu aldı geldiler. Koyunu kestirdik bir şakasını (koyunun yarısı ortadan bölünce) aldık bizim eve geldik.

Sabah oldu bir araba bulalımda gidip kebap yapıp yiyelim dedik. Bir yandan da hafız Mevlüt, Yusuf Ağırman 3 kişiyiz bir şaka et 14 kg bize çok dediler.

Ben dedim ki ayranımız olsun sineği bağdattan gelir diye bir tekerleme sözümüz vardır. Onu söyledim. Sineği bağdattan gelir dedim.

O zamanlar köyümüzde araba şimdiki gibi yaygın değil. Traktörler var, ondan bulalım dedik. Bilal Acar isminde bir arkadaşımızın traktörü vardı. Onu ileri çıkardık. Eşyalarımızı traktörün römorküne attık. Sokaktan hareket ettik. Köyle yukarı giderken bizi gören bende gelim beni de alın diyenleri bindirdik. 3 kişi ile başlattığımız kebap pikniğimize köyden çıkana kadar 22 kişi olduk. Gedik denilen mahale  vardık ateşleri yaktık kebabı kazırladık. 14 kg et 22 kişi yetmez derken Oltu’da ikamet eden Servet Ağırman, Muzaffer Akçay ve Ahmet Altaş’ta duymuşlar onlarda dağdan aşarak geldiler. 25 kişi olduk. Bu et yetmez dağda davar otlatan Ahmet Sancar’dan (Şef Ahmet) bir koyun daha aldık. Ahmet Alkan’la gönderdim kessinler diye bense Aksu’da olan arkadaşlara haber vermek için ayrıldım. Gittim onlara haber verdim beraber piknik mahaline geldik. Şef Ahmet’ten aldığımız koyunu kesmemişler koyunda sürüye geri kaçmış.

25 kişi 14 kg et yetmedi ama güzel bir muhabbet oluştu, akşama kadar bu piknik devam etti. Akşam neşeli bir şekilde köye vasıl olduk.

Köye varınca mezarlıktaki ziyaretlerimizi yaptık çıktık köyün eski imamı Hasan Acar bizi güğnes denilen mevkide arı kovanları vardı bal yemeye davet etti.

Gittik ikram edilen balları yedik.

Hafız Mevlüt, İmam Hasan’a bizi Huvak (Alatarla) köyünde bulunan teyzesini ziyaret için götürmesini istedi.

İmam Hasan tamam dedi yola koyulduk. 4 km mesafede olan Alatarla köyüne vardık. Vardığımızda Hafız Mevlüt’ün teyzesi Fedime Hacı kazanlarda pekmez kaynatıyordu.

Akşam namazını camide kıldık, camiden çıkınca taze pekmez koydular onuda yedik. Az sonra köyden telefon ettiler sizi yemeğe davet ettiler bekliyorlar diye.

Hemen harekete geçtik köydeki davete yetiştik.

Davette sofraya donatılan yiyeceklerden de yedik. Daha sonra evin kapısında babamın kurmuş olduğu sedirin başına geldik. Çok yemenin hazımsızlığı bizi rahatsız etmesine rağmen hafız Mevlüt her zaman mı yiyoruz bugünde böyle olsun dedi.

Sabahleyin 27 Temmuz 2001 günü İstanbul’a dönmek için yola çıktık. Yol boyunca o günkü muhabbeti konuştuk. Hafız Mevlüt’ün köydeki son yaşantısı oldu.

O günkü gruptan aramızda olmayan Hafız Mevlüt, Mevlüt Akçay, Bilal Acar ve Mehmet Acar için Rabbim gani gani rahmet eylesin, mekanları cennet olsun.

Yaşananlar hayal imiş düş imiş
Gözde kalan iki damla yaş imiş.

Kömürcüoğlu Kadir Altaş / 26 Temmuz 2001

Hasan Ağırman anlatıyor…
Arkadaşları Yusuf Ağırman, Servet Ağırman ve Ahmet Kaya anlatıyor…
Yeğeni ve öğrencisi Kerim Ağırman anlatıyor…
Öğretmen arkadaşı Arif Öcaldı anlatıyor…
Çocukluk arkadaşı Veysel Altaş anlatıyor…

Merhum Mevlüt Altaş Hoca (Hemşehrim)

1988 öğretim yılı yaz döneminde Bafra İmam Hatip Lisesinden Meslek dersleri öğretmeni olarak Üsküdar İmam Hatip Lisesine tayinim çıktı.

Okula gittiğimde Müdür Satı Demirci ile ilk görüşmem oldu. Müdür Beyi Fatih İmam Hatip Lisesinden tanıyordum. Aynı okulda okumuştuk. Biraz sohbetten sonra baş muavin Mevlüt Altaş’a git ve programa alsın dedi. Merhum Mevlüt hocaya gittim ve durumu izah ettim. Hoş geldin hocam nerelisin dedi. Erzurum Oltu doğumlu Olur kazasındanım dedim.

Merhum gülümsedi ve bende Oltu’luyum. Kızmazsan bir şey diyebilir miyim dedi. Neden kızayım hocam buyrun söyleyin dedim.

Bizim Oltu’da Olur’lular için şöyle söylerler, doğru mu? “Olur’dan iki kişi Oltu’ya düğün için alışverişe gelmişler. Mağazada esnaf nerelisiniz? demiş. Biri de ban mı demiş”. Sizin orada ben değil ban derlermiş doğru mu? dedi ve ikimizde güldük.

Hocam siz öyle duyduysanız doğrudur olmayan şey söylenmez dedim ve ilk tanışmamız sıcak ve esprili bir havada geçti. Sonra öğretmenler kurulunda ders programı verildi. Programda haftalık 30 saat ve yalnız Hitabet ve Kuran dersi var. Biraz garibime gitti, bu bir tevafuk mu yoksa özellikle mi iki ders verildi diye Mevlüt hocaya gittim. Elimde programı görünce, bir sorun mu var hemşehrim dedi . Merhum bana hep hemşehrim derdi.

Ben bir sorun yokta merak ettim, özellikle iki ders var. Arapça tefsir hadis kelam vs dersten yok dedim. Merhum dedi ki, bak hemşehrim bu dersleri özellikle verdim. Bafra’dan buraya geleceğinizi duyduk ve bende program yapmadan Bafra İHL müdürü Mehmet Dede’ye telefon açıp, Cengiz Gül hoca bize geliyor. Hangi dersleri verirsem öğrencilere daha başarılı olur diye sordum? O da bana hocaya hangi dersi verirsen başarır. Ancak iki ders var ki o dersleri onun gibi hiçbir hoca başaramaz. Bafra IHL binasını onun uygulamalı çalışmaları ile yaptık ve hiçbir öğrenciyi hutbe okumadan mezun etmez dedi.  Ve Kuran dersi içinde buna benzer şeyler söyledi. Bende onun için öğrencilere daha faydalı olursun diye verdim dedi. Hem burada her sınıfta 5-10 tane hafız var onları hutbeye çıkardın mı iş olur biter dedi.

Ben dedim ki hocam hafızlar bana ne onları yetiştiren hocalar övünsün. Ben hafız olmayanları da hutbeye çıkarmak isterim. Hem geldiğim okullarda böyle yaptım. Benim prensibim bu. Merhum şu anda gözümün önünde canlandı. Allah rahmet etsin. Makamı cennet olsun. Bana gülümseyerek dedi ki, bak hemşehrim prensibin çok güzel saygı duyarım yalnız ortada bir gerçek var onu da kabul etmelisin. Demek istiyorum ki buradaki çocuklara, Anadolu çocukları gibi her dediğini yaptırmak zordur. Bunlar İstanbul çocukları bunu kabul etmen lazım dedi.

Ben de hocam öğrencinin İstanbul’u ve Anadolu’su olur mu? öğrenci öğrencidir dedim.

Bana hemşehrim bu biraz zor ama Allah kolaylık versin seni takip edeceğim dedi gülümseyerek ve böylece yanından ayrıldım.

Hitabet dersinde devamlı hitabetin öneminden ve hitabet imam hatiplerde 7 sene okunan meslek derslerinin toplu olarak hutbe yoluyla cemaate sunmaktır. İddia ediyor ve diyorum ki kişi hafız olsun ezher üniversitesini bitirsin mükemmel Arapçaya vakıf olsun eğer bu sıralarda hutbeye çıkıp o heyecanı gidermedi ise hayatta bu olay başına gelince zorlandığını bizzat gördüm ve şahid oldum. Çoklarınız ben imam mı olacağım, imam olanlar okusun diye düşünenleriniz olabilir. Yalnız hutbede cemaatin huzurunda o çekingen ve heyecanı gideren hayatta her meslekte faydasını görür kanaatindeyim. Siz anlattıktan sonra nottan endişeniz olmasın, bende not bol. Şöyle ki hutbeyi okuyan notunu deftere kendisi yazar. Yazılılardan tam notta alsanız benim için geçerli not hutbe uygulamasıdır bunu böyle bilesiniz diye uyarılarımı her fırsatta yamaya gayret ettim. Sorası gelenleri önce okul mescidinde sonra Üsküdar’daki camilerde bir rehber öğretmeni nezaretinde hutbe çalışmaları devam ediyordu.

Bir sınıfta Koç Kundura sahibi Aziz Koç Kuranı okuyor, fakat Türkçe’de takılıyor, kelimeyi birkaç sefer tekrarladıktan sonra okuyor. Bunu hutbeye çıkarmak için çok uğraştım ve de hutbe okuttum. Bu benim işimi kolaylaştırdı. Hutbe okumaktan kaçanlara, Aziz’i örnek gösteriyordum ve mecbur kalıyorlardı hutbe okumaya.

Birinci dönem bitti ikinci dönem başladı. Sokullu Mehmet Paşa ilkokulunun önünden Üsküdar’a gidiyordum. Üç öğrenci karşıma çıktı. Biri çok havalı bir tavırla; benim yazılı notlarım iyi olduğu halde benim karneye zayıf vermişsiniz neden? Yazılı notunu takip ediyorsun da neden sözlü notun olan hutbeyi okumadın ve sıran geldiği halde kaçtın. Sınıflarda devamlı hatırlatma yapmıştım. Geçerli notunuz sözlü yerinde hutbe okumanızdır diye. Sen bu söylediklerimi duymadın mı? Eğer aklınızdan geçeni sakın uygulamaya koymayın. Güreş ve judoda derecelerim var. Evel Allah sizin gibi 3-5-10 kişiyi yere serer üstünüze basar geçerim. Akıllı ol ve Aziz kadar olamıyor musun? Seni programlarda güzel şiir okuduğunu biliyorum. Hutbe okumadan aciz misin utanmıyor musun? Akıllı ol. Hutbeye çık ve notunu kendin yaz ve bunun gibi bir sürü laf edip yoluma devam ettim. O hafta içi de hutbe okumaya geldi ve büyük camilerden birinde okuyacağını söyledi. Ve özür diledi. Sonradan öğrendim ki Erzurumlu bir hocanın oğlu imiş. Halen görüşüyoruz.

Meğer mevlüt Hocamız İstanbul öğrencisi Anadolu öğrencisine benzemez demesi bu gibi olayları hatırlatmak istemiş bana.

Bu hadiseden sonra sınıflarda ne anlattılarsa hiç sorun yaşamadan devam ettik. Hatta bu çalışmalara uygulamalı gasil tekfin işlerini de ilave ederek okul mescidinde çalışmaya devam ediyorken bir gün okul mescidinde namaz kılmaya gelmişti. Uygulamayı orada gördü ve kefenleme yaparken orada resim de çektirmiştik. O resmi bulamadım. Kefenleme uygulamasında unutamadığım bir olay oldu. 3 metre kefenlik bez aldım mescitte uygulamalı bir öğrenci üzerinde kefenleyecektim.

Kefenlemeden kim korkmaz? Diye sordum birisi ben korkmam beni kefenleyin Hocam dedi. Oğlum gerçekten korkmazsan gel. Hocam bez parçasından mı korkacağım dedi ve upuzun uzandı.

Önce kefenlemeyi kesmesini göstedim. Üç parçadan oluşur. 1. Parça en uzun ayak ve baş ucundan bağlanacak kadar uzundur. Buna lifafe denir. 2 bezi İzar’dır. Omuz ve diz kapakları altına uzanır. 3. Bez; kamis. Yakasız cepsiz gömlektir diye izah ettim.

En alta lifafe onun üstüne izar ve izarın üstüne kamis konulur. Sonra gasil yapılmış ölü gibi uzanan öğrenciyi bezlerin üstüne koyduk. Önce başından gömleği giydirdik. Soldan sağa sağdan sola sardık. Sonra izarı daha sonra lifafeyi sardık. Ayaktan bağladık tepeden de hafif bağlayıp sordum en yakın sıra arkadaşı kimse son olarak yüzüne bakabilir diye.

Hafiften yüzünü açtım ki öğrencinin yüzü kefen gibi ses yok bayılmış. Hemen koşun kolonya soğan getirin dedim. Öğrenciler kolonya soğan getirdiler. Burnuna koklattık derinden bir iniltiyle gözlerini açtı. Hani bez parçasından korkulur mu diyordun ne oldu? Hepimizi korkuttun dedim. Öğrenciler alaylı gülüşmeler başladı. Hemen bezleri poşete koyup doğrudan merhum Mevlüt hocaya götürdüm. Ne oldu hemşehrim bir şey mi oldu? Hemşehrim bana ya su veya çay söyle olayı anlatayım dedim. Çay ve su geldi. Suyu içtikten sonra olayı anlattım. Rahmetli güldü ve dedi ki aman hemşehrim bu uygulamadan vaz geç biri ölürse başımız belaya girer dedi. Bende aynı senin gibi düşünüyorum. Bu poşeti al dolaba at. Ama ben uygulamadan vazgeçmem. Poşeti bana verdin hemde uygulamadan vazgeçmem diyorsun bu nasıl olacak?

Evet erkeklere erkek bebek kızlara kız bebek alıp bebekler üzerinde uygulama yapacağım dedim ve dedi ki bunu baştan düşünseydin ya? Zararın neresinden dönsen kardır derler ya dedim ve ayrıldım.

Merhumla aramızda güvenli bir dostluk ve fikir alışverişi, konularda istişare eder hale gelmişti. O bana devamlı hemşehrim der bende merhuma hemşehrim derdim. Bir gün telefon açtı hemşehrim odadan ayrılma seninle bir sınıfa gitmemiz gerekiyor dedi. Bekledim geldi. Heyecanlı gördüm ve sordum hayrola hemşehrim konu nedir? Ya hemşehrim öğrenciler ve hoca sınıfa girmiyorlarmış. neden? Hemşehrim. Hiç sorma hemşehrim sınıfı üç harfliler basmış. Çocuklar ve hoca sınıfa giremiyorlarmış korkudan.

Hocam ne üç harflisi? Öyle şey mi olur dedim. Hele gidelim bakalım durum nedir. Sınıfa çıktık gerçekten de öğrenciler koridordalar. Hocada başlarında bekliyor. Sınıfın kapısı açık, tavanda ayak izleri var. Öğrenciler gayet ciddi duruyor, yalnız arkada iki öğrenci güldüğünü gördüm. Sınıfın içine adım attım merhum kolumdan tuttu geri çekti. Hemşehrim görmüyor musun gerçekten üç harfliler dolmuş çarpılırsın dedi.

Dedim ki hocam üç harfliler bu öğrencilerin içindedir. Nasıl yani? Hocam bu üç harfliler diğer sınıflarda yokta bu sınıfımı seçtiler. Ben bu olayı çözerim. Nasıl yani? Sen rahat ol odaya git yarım saat sürmez sana haber veririm dedim.

Rahmetlinin bir dudak bükmesi vardı. Dudağını bükerek haydi hayırlısı haber bekliyorum dedi ve odasına gitti.

Ben hoca hanım öğretmenler odasına gönderdim. Gidin çayınızı için bu dersi başka zaman telafi edersin dedim. Hemen koruma derneğinde pala namı ile meşhur Ahmet Aksoya söyledim. Uzun sırığa süpürge taktı temizledi ve boya atmaya dursun ben o iki gülen öğrenciyi odaya çağırdım. Anlatın bakalım nasıl oldu bu olay? Tavandaki o izleri nasıl yaptınız?

Bu olayı olduğu gibi anlatın ve yapanların isimlerini de söylemeyin. Bağırma, sopa, disiplin olayı yok. Hocam bizi döverler dedi birisi. Oğlum yoksa bana güvenmiyor musunuz? Hocam güveniyoruz. o halde neden korkuyorsunuz söz arkanızda ben varım dedim. Çocuklar anlatmaya başladılar. Hocam öğlen teneffüsünde derslere girmeyelim dediler. Biri dedi sınıfa pis koku atalım hoca girmez birkaçı dedi ki hayır bir sefer attınız cengiz hoca ders boyunca hocayı çıkardı. O pis kokuyu bize koklattı. Biz bu işte yoğuz. Cengiz hocaya söyleriz dediler. Bundan vaz geçtiler. Biri dedi ki ben buldum dedi. Bir leğende çamur yaptılar. Sıraları üst üste koydular ve küçük birini üsteki sıraya çıkardılar. Ayakkabıyı çamura batırıp tavan üzerinde ters yürüttü ve o şekil çıktı. Sonra sıraları yerine koydular. Mevlüt hocaya haber verdiler. Olay böyle oldu. Çocukları haydi gidin bana anlattığınızı arkadaşlarınıza anlatmayın dedim. Ve çocuklar gitti. Mevlüt hocaya telefon açtım olayı anlattım vay be bu p… korkulur dedi. Ve hemen olaya karışanları disipline ver dedi. Bende hayır hemşehrim ben onları disipline vermeyeceğim. Ya hemşehrim olur mu? bir dersi yediler. Hemşehrim hoca hanıma söyledim. Dersi sonradan telafi edecek. Sonra söylettiğim çocuklara disipline vermeceğim diye söz verdim. Ben sizi iyi tanıyorum siz bir şeye söz verdiyseniz ondan caymayacağınızı biliyorum. Bende söz verdim sözümden dönmem sizce uygun olur mu? hayır olmaz dedi. Sonra dedim ki bu şeytani akıl, yarın rahmani yönden çalışırsa kim bilir ne icatlar bulur. Tamam hemşehrim haklısın dedi. Disiplin olayı kapandı.

Önceden de söylediğim gibi öğrenci öğretmen ve başka konularda birbirimizle iştişare de bulunurduk. Bir gün bir konu hakkında merhumla görüşmem icap etti. Yalnız program yaptığı zaman kapıya yazı yazar rahatsız etmeyin diye.

Müdürde Mevlüt beyle işi olan diğer idarecilere gitsin diye öğretmenlere tembihte bulunurdu. Zaten gidenlere de kapıyı açmazdı. Bir konu hakkında mutlaka görüşmem icap etti ve gittim kapıya vurdum. Kim o yazıyı görmüyor musun? Okur yazarlığın yok mu?

Hemşehrim yazıyı gördüm biliyorum ama sizinle bir konuyu görüşmem lazım dedim. Ha hemşehrim sen misin dedi ve kapıyı açtı oturduk konuyu görüştük. Bir şey dikkatimi çekti ve sordum? Uzun çalışma masası, masa boyunca çarşaf gibi bir kağıt, kağıt üstünde nokta ve üzerlerinde öğretmen ismi, her öğretmenin üzerinde fasulye birinde mısır mercimek renkli küçük taşlar. Bunları sordum bunlar ne oluyor. Dedi ki bak hemşehrim 130 küsür öğretmen var bunları çakışmadan program yapmak çok zor oluyor her öğretmen bir şekil verdim mesela biri fasulye biri mısır. Böyle değiştirmek kolay oluyor. Bunu ben buldum ve diğer büyük okulların programını yapmada da yardıma gidiyorum. Dedi. Hayret ifade ettiği yerlerde onun dudak bükmesi gibi aynı hareketi yaparak bravo hemşehrim diyerek tebrik ettim. İşte gençler: Mevlüt hoca böyle hoca idi beyin gücü ve parmak marifetiyle okulu idare ederdi.

Şimdi ki gibi masada bilgisayarda bir parmak işaretiyle program yapılmıyordu. Bir program yapmak için haftalar sürüyor ve çalışmada zaman tahdidi yoktu gece gündüz adete okula öğrencilere kendimizi vakfetmiş öyle çalışıyorduk ekip halinde. Hiç unutmuyorum bilgisayar olayı çıkınca ilk olarak Haydarpaşa Lisesi ve biz Üsküdar IHL olarak bilgisayar kursu açtık. İlk olarak bilgisayardan karneleri çıkardık nasıl çocuklar gibi sevindik. Ama sevincimiz fazla sürmedi Milli Eğitim’den geldiler. Biz tebrik takdir beklerken karneleri kabul etmediler. Matbu karne olmazmış. Elle yazacakmışız. Tekrar başa döndük ve elle yazdık.

Başa dönüyorum sene sonunda son sınıfta 174 öğrenci vardı. Birinin ayağı yandı biri okuldan ayrıldı. Diğer öğrenciler hutbeye çıktı ve Mevlüt hoca dedi ki brova hemşehrim ben hiç beklemiyordum ama sen dediğini yaptın. Uygulama dersini çok güzel yaptın. Kuran dersini de Emre’den takip ediyorum o da gayet güzel demişti.

Ez cümle diyorum ki, hani musalla da hoca sorar bu mevtayı hali hayatında kemali sıhhatinde muvahhit musalli hak ve hukuka riayet eden biri olduğuna şahit misiniz? Hep birden şahidiz derler ya.

Siz de bana Mevlüt hocanın muvahhit musalli öğrenci ve öğretmenler arasında adil dürüst ve hak yemez islami konularda taviz vermeyen bir hoca olduğuna şahit misin derseniz bütün benliğimle içtenlikle bir kere değil bin kere şahidim derim.

Ahirete taalluk eden hak ve hukukum varsa bin kere sana helal olsun benim aziz Mevlüt Altaş hemşehrim. Makamın cennet olsun can peygambere komşu olmamdır arzum daima sana budur niyazım.

Cengiz Gül
Emekli Öğretmen
17 Mart 2022
Berat Kandili

Hafız Mevlüt Altaş
Cengiz Gül & Mevlüt Altaş ve öğrencileri (1990)
İdareci arkadaşı Satı Demirci ve öğrencisi Murat Yartaşı anlatıyor…

Loading

Bu yazıyı derecelendirmek için tıklayın!
[Toplam: 3 Ortalama: 4.7]

Bir yorum yazın

İsim girişi zorunlu, E-posta girişi isteğe bağlıdır. E-posta hesabınız yayımlanmayacaktır.

2 Yorum

  1. Eşref Altaş

    Yusuf Ziya tebrik ederim. Çok güzel bir dosya oldu.
    Rabbim dayım Hafız Mevlüt Altaş’a gani gani rahmet eylesin.

  2. Musa AKYÜZ

    Allah rahmet eylesin, makamı âli mekanı Cennet olsun.Allah sizlere de sabırlar versin Yusuf gardaş.

© 2024 iNCi KöYü