Basdik, değneklerle veya değneğe benzer her şeyle oynanan güzel bir oyundur. Özellikle çobanların karaağaç değneği olursa çok daha güzel olur. Başı toppuzlu olur veya başına bir öküz çivisi çakılır ki değnekleri kırsın. Basdikte sayı sınırı yoktur. Kaç kişi olursa olsun oynanır. İlk önce bir EMEL çizgisi çizilir ve herkes bu emelin gerisinde durarak değneği ayağının ucuna koyarak en uzağa atar. Herkes attıktan sonra en yakına atan ebe olur (diker) ve değneğini emelden 6 -7 metre uzakta çizilen başka bir çizgiye paralel olarak uzatır. Değneğin başında eline bir pabuç alır ve bekler. Diğer oyuncular değneklerini mızrak atar gibi ebenin değneğine atarak onu ÇAKARLAR.
Eğer değneği yerinden oynatmışsa koşarak gidip kendi değneğine ayağıyla basar ve BASDİK der. Ebenin değneği yerinden oynamışsa değneğini düzeltir ve değneğine basamamış olana pabuçla vurmaya çalışır. Kime vurursa o ebe olur ve uyun yeniden başlar. Ebe değneğini çizgiye düzgünce koymadan pabucu atarsa vursa bile sayılmaz. Herkes atarda kimse değneği yerinden oynatamazsa ebe değneğinin başında durarak oyuncuların değneklerine basıp basdik demelerine izin vermez. Eğer uzun süre değneğine basan olmazsa ebe en önce atanı tespit eder ve 50 veya 100 e kadar sayar. Ebe sayı sayarken pabucu yere koyar ve ayağıyla pabuca basarak sayar. Eğer bu süre içinde kaçıp basdik yapan olursa sayı çürür ve yeniden saymaya başlanır. Bu arada her iki taraftan değneğine basmaya çalışanlar HAŞUT- HUŞUT diyerek ebenin görmediği yerden kaçmaya çalışır. Eğer kimse kaçamazsa değneğini ilk atan kişi sayılan sayının sonuna kadar kaçamazsa o ebe olur.
Köyümüzün eski çınarları bir bir devriliyor, farkında mıyız?
Çocukluğumda kış gecelerinde, ailemizin akşam oturmaları için Merhum Mösüne (Muhsine) Nenemin evine giderdik. Harmanın altından girilen eski karanlık evde, elektriğin olmadığı zamanlarda karanlıktan ürperirdik. Allah rahmet eylesin, Muhsine Nenem meyvelerden ne varsa mutlaka biz çocuklara verirdi. Evimiz aşağı mahallede olmasına rağmen Cıdır Ahmet Dede’yi o zamanlardan tanıdım. Muhsine Nenemin vefatından sonra “Yalnızlık Allah’a mahsus, oğul!” derdi sık sık. Büyükleri olan nenemi ve ablası Nazlı Nenemi ziyarete gelir, mutlaka ismimle, medreseden sonra ise “Hafiz” diye takılırdı. Son zamanlarda ise “Hoca” derdi.
Köyden dönmüştüm. O gün sadece onu görmek ve onunla biraz konuşmak için gitmiştim Sondurak?a. Alt caddeye vardım önce. Yoktu, görünmüyordu. Sonra caminin yanından yukarı caddeye, karakolun bulunduğu caddeye çıktım. Cami önündeki saatli parkın yanındaki kaldırımda gördüm onu. Yanına yaklaştım; bir elinde süpürge diğerinde de el arabası? ?İsmayıl? diye seslenince dönüp bana baktı, gülümsedi; tekrar yüzünü çevirip hızlı hızlı el arabasını sürmeye başladı. Ben, arkasından ?İsmayıl? dedikçe hızlandı. Sonra trafikten bir fırsat bulup karşı kaldırıma geçti. Ben de arkasından karşı kaldırıma geçtim. Yine seslendim; geri dönüp baktı, muzipçe güldü, dönüp devam etti ters yönde yürümeye. Öyle hızlı gidiyordu ki, sanki o kaçıyor ben kovalıyorum. Arada bir dönüp bakıyor, alttan alttan gülüyordu. Bir oyun oynuyor gibiydik. Hani çocuklar: ?Beni yakalayamaz! Beni yakalayamaz!? der de koşarlar ya?
Karakolun önüne varınca el arabasını bıraktı, tekrar karşı kaldırıma geçip caminin avlusuna indi. El arabasının yanında biraz bekledim, gelmedi. Beni bir yerden gözetlediğini düşünerek oradan ayrıldım.
Biliye oynayacaklar önce birer bilye (misket) alırlar. Düz bir harman bulunur. Harmana bir kuyu kazılır. Kuyu kara lastiğin topuğuyla kazınırsa çok güzel olur. Kuyudan üç, dört metre uzaktan bir çizgi çekilir ve bu çizginin adına emel denir. Önce herkes emele gider. Elindeki bilyeyi kuyuya girecek şekilde ya da en yakın olacak şekilde atar. Bu oynama sırasını belirlemek için yapılır ve motor sporlarındaki sıralama turları gibidir. Eğer bu atışlarda bir bilye ötekine çarparsa atışlar yenilenir ve önceden alınmış sıralar geçersiz olur. Sonra tekrar emele gidilir, bilyeler atılır. Kuyuya en yakın olan oynamaya başlar.
Öncelikle oynayacaklara birer numara verilir. Bu numaralar 1, 2, 3, 4, 5 gibi ritmik devam eder. Ebe eline bir kemer (kayış) alır. Sonra şöyle diyerek oyunu başlatır. “Ben bizim tarlayı ektim biçtim 5 kabak oldu.”
Beş numaralı oyuncu hemen cevap verir: ?Beş kabak olmaz.?
Ebe hemen sorar: Ya kaç kabak olur?
Beş numaralı oyuncu aklına gelen bir numara söyler. Örneğin, ?2 kabak olur? der. Böylece iki cevap vermelidir.
İnsanlık tarihinde, insanoğlu kadar kültürel varlıkların da geçmişi vardır. Geçmişte yaşayanları, geriye bıraktıkları kültürleriyle tanıma fırsatı buluyoruz.
Osmanlının Selçuklu nun camileri, hanları, hamamları, kervansarayları, köprüleri; yine Anadoluda yıllarca yaşamış kavimlerin antik şehirleri, abideleri, kaleleri bu toplumların yaşama şartları, gelişmişliği ve sanatlarını günümüze yansıtır. Bu eserler, tarihten günümüze ışık tutan birer vesika belgesi niteliğindedirler. Kültürde, sanatta ileri gidemeyen toplumlar, başkalarına yem olmuş ve tarih sahnesinden silinip gitmişler.
Kültür, zenginlik kaynağıdır. İnsanlığın, geleceğe en büyük mirasıdır.
Bir köy çobanıydı. Hayatı dağda bayırda geçti. Bir gün bir çeşme başında matarasıyla çay demledi. Başka bir gün bir orman kıyısında pikniğe gelen insanlara şakalarıyla eşlik etti. Ama o bir çobandı. Sürüsü onu severdi. Sesini duyan bir koyun veya keçi hemen geri dönerdi. Kısa boyu ile o yüce dağları hiç yorulmadan turlardı. Kış geceleri köy postalarını gezer gençlerle şakalaşırdı. Sürü baharda yaylaya çıkınca çadırını kurar köyden tuz toplardı.
Yanında verilen çoban hakkı ise yaz boyu olmasa da belirli bir zaman yemeklerini tamamlardı.
O çoban gençliğinde bir kıza sevda çektiğini bunun yaklaşık 8 yıl sürdüğünü ama çok enteresan olanı ise sevdalandığı kızın bundan haberinin olmadığını da söylerdi.
Köyümüzün yabani yemişlerinden biri joğdur. Çoruh vadisinin birçok bölgesinde olduğu gibi, köyümüzde de ormanlarda, derelerin güney kenarlarında yetişmektedir. Yoğun olarak İncegüney?de, Ganlımerekler?de, Sarıkaya?nın önünde, Iğasor?da, Orcukdere?de, Mağarabaşı?nın çeşitli derelerinde bulunmaktadır. Böğürtlen köyümüzde taze tüketilirdi. Ancak şimdilerde, marmelat ve reçel olarak da değerlendirilmektedir.
Erzurum?un İspir ve Uzundere ilçelerinde yoğun olarak bulunan salur, köyümüzde de yetişmektedir. Uzundere?nin Öşvank köyünün salurları çok ünlüdür.
Köyümüzde salurlar, Tarmut?ta, Çatak?ta, Gezor?da, Gölyer?in bazı bölgelerinde ve her tarafta tarla tumplarında bulunur. Özellikle mezarlığın duvarındaki salurlar, çocukluğumuzun ikilemleri arasında büyük yer tutar. Köyümüzdeki âdete göre mezarda yetişen bir şey yenmez, hatta hayvanlara dahi yedirilmez. Oysa yeşil, bordo, kırmızı, sarı salurlar yolun üzerine sarkmakta ve biz çocukların ağzının suyu akmaktadır. İşte ikilem budur: Mezardan yenilir mi? Mezarın salurları en güzeli ve olgunlaşmış yememek olur mu? İtiraf edeyim ki hep korku içinde yerdik. Yedikten sonra da ne zaman bize bir şey olacak korkusuyla beklerdik. Üstelik salur dipleri yılanların doğal mekânı sayılır.
Yer: Süt damı Kadınlar oturmuş sohbet etmektedirler:
– Gız Anşa, gördün mi? Beymurat tikilacahlar. Getmiş, bula bula bizim çayırı yedürmişler. Zatan billohma otumuz var. Oni de soyha galacah danalar yimiş. Bilmérem bu dana çobanını biz neye duttuh.
– Gız, her teref ot dutmiş. Gétmiş, dört tene otun peşine düşmişsin.
– Toprah başaan. Dağın daşın otuni sene kim getürecah ki mallara veresin.
Tıbbî Faydaları: Meyveleri soğuk algınlığına karşı kullanılmaktadır.
Yetiştiği yerler: Köyde meşe içlerinde, tarla tumplarının kenarlarında, özellikle erken olarak Madur?da, Tarmut?ta. Erzurum?da Çoruh vadisinde, Tortum gölü çevresinde yoğun olarak bulunur. Kızambuğun yaprakları ilkbaharda toplanır. Kırmızı küçük meyveleri ise -ki biz kızambuk gagası deriz- Eylül sonunda olgunlaşır.
2, 3, 4 yaşındaki bir kaç çocuk, bir büyüklerinin eşliğinde eğleniyorlar. Eller karışık bir şekilde üst üste gelecek şekilde ve işaret parmağıyla başparmakla alttaki ellin derisini sıkmaktadır. Başlanır eller aşağı yukarı sallanmaya. Sallanırken aşağıdaki tekerleme söylenir. İşte bu küçük çocukların eğlencesi “Cim Cim Cim Ana”dır.
Aynı oyunun farklı yörelerde farklı tekerlemeleri vardır. Biz geçimimizin dayalı olduğu arpa, buğday ve sarıkoyunu söyleyip eğlenirken, başka memleketler kendi geçimleriyle, kültürleriyle tekerlemelerini söylüyorlar. Karşılaştırma olsun diye, işte size iki örnek: Biri bizim “Cim Cim Cim Ana”, diğeri Rize’den “Çimi Çimi Çirona”. Form ve şekil aynı; içerik ve sözler farklı.
Evet, yanlış duymadınız. Bizim köyde ilim yenilir. Yeni nesiller değil belki, ama 30 yaşın üzerindeki her köylümüz neredeyse ilim yemiştir. Nasıl mı? Anlatayım efendim.
İlim öğrenilir, talep ve tahsil edilir değil mi? Oysa bizim köyde ilim yenilir de. Aylardan Mayıs ya da Haziran’ın ilk günleri, yani geç ilkbahardır. Önünde öküzlerle Mağarabaşı’na, Eysüpens’e, Üşüler’e, Alininçayırları’na giden her hodak ya da kuzuları otlatan küçük uşak mutlaka cebinde keskin bir Huvak bıçağı taşır. Öküzler, kuzular yayılırken (otlarken) hodağın işi yoktur. Hodak, kendine bir eğlence bulmalıdır. Bıçağı eline alır, çıkar bir doruğa (Doruk, çamın körpesine denir.). Kabuğu oldukça yufkadır. Kâğıt gibi düz, sapsarı. Kabuğun altına bahar olduğu için su yürümüş, elastiki bir jel halini almıştır, jelâtin kadar şeffaf ve ince yani. Ağaç gövdesinin üstünde, kabuğun hemen altındadır. İşte baharda ağacın kabuğunun altında oluşan jelatinimsi katmana “ilim” denilir. Tadı mükemmel, şekli ince ve şeffaftır. “Peki, nasıl yeriz ilimi?” derseniz, onu da anlatayım:
Büyük şehirlerde yaşayanlar bilir: Kurbanın alınmasından -kayrılmasından demiyorum- kesilmesine kadar bir sürü meşakkati vardır. Hele son yıllarda medyanın ?kurban kaçma sahnelerini? bayramın en seyirlik malzemesi haline sokması da cabası. Bayram artık dinî bir gün değil, ya tatil, ya da kaçak hayvanların oynadığı bir film. Oysa köyümüzün bayramları her haliyle güzeldir.
Şimdi size halen yaşayan bir geleneğimizi aktaracağım. Hayır, bayram günü değil, arefe gününü. Arefeyi diğer günlerden ayıran en önemli şey, köyümüzde kütük patlatılmasını ve sırık ucu atılmasını seyretmektir. Bir de yeni elbiselerini giyen çocukların birbirlerine ?bayramda bele misin?? sorusudur. Yani ?bayramlık elbiselerin bunlar mı?? Esasında fakirliğin sorusudur bu. Maşallah şimdiki çocuklarımızın giyimleri her gün bayramlık gibi. Şimdi detayları anlatalım:
Bandanın daha bilinen adı yabani armut. Latincesi Pyrus eleagriftolia. Çoruh vadisinde oldukça yoğundur. İspir, Uzundere ve köyümüzde oldukça yaygındır. Zaten köyümüzde Çoruh havzası içinde yer almaktadır.
Banda ağacı oldukça serttir. Baltayı vurduğunuz zaman geri sıçrar, yani balta bu ağacı zor keser. Bu yüzden tırpanların natındaki elcek genellikle bandadan yapılır. Kargalar banda çalılarını taşıyarak yuva yaparlar. Banda toplamaya çıkan her çocuk, bu ağacın kazık gibi sivri uçlarıyla, haşin gövdesiyle yaralanır. Sağlam bir kök üzerine kurulu onlarca dal, kısa boy ve tepesi genellikle yuvarlak bir ağaçtır. Çoğu kez de bodurdur.
Tarihin son hodaklarından görüyorum kendimi. Tarihin dedim de dil sürçmesi değil, çocukken dünya köyden ibaretti, zaman da yaşadığımız günden ibaretti.
Güneş, Cücürüsün dağdan (yayladan) doğar Akdağ?dan aşardı. Batmazdı. Güneş, Akdağ?dan aştığında Hatka?ya sabah olurdu. Cücürüs?ün yaylasından doğduğunda ise Cücürüs?e akşam olurdu.
Bildiğimiz başka yerlerde vardı ama sanki onlarla aynı dünyayı ve aynı güneşi paylaşmıyorduk. Oltu vardı mesela; doktorların yaşadığı yer.
Sonraları Bursa ve İstanbul girdi dünyamıza, gidip de gelmeyenlerin yaşadığı yer olarak.
Köyümüzde kullanılan farklı kelimeleri derlemeye çalıştık. İki yıllık bir çalışmanın ürünü olan bu sözlük, günümüzde veya geçmişte kullanılan birçok sözcüğü ihtiva etmektedir. Bu sözlük başka yörelerde hiç kullanılmayan ya da yörelere ait ağız yapısından dolayı küçük farklılıklar arz eden kelimelerden oluşmuştur. Kelimeleri hazırlarken doğu şehirlerinin birçoğunda kullanılan Arapçadaki “ﺥ” harfinin Türk alfabesinde olmamasından dolayı, içinde bu sesin geçtiği sözcüklerde onun yerine “ḫ” karakterini kullanmayı uygun gördük. Mesela “maḫat” sözcüğünü ne “mahat” ne de “makat” şeklinde yazmak, köyümüzdeki anlamı tam olarak vermeyecektir.
Ayrıca bu site bir paylaşım platformu olduğu için bizim unuttuğumuz yada anlamını farklı olarak ifade ettiğimiz kelimeleri, sayfa sonundaki mesaj bölümünde hatırlatırsanız sonuçta sizlerin de katkısıyla güzel bir çalışma ve hizmet meydana çıkmış olacaktır.
Bununla beraber, Türkçede var olup da köyümüzde kullanımdan dolayı değişikliğe uğramış kelimelere ( yarenlik- yarannuḫ vs.) yer vermedik.Bu sebeple bulduğunuz yeni kelimelerde bu kurala dikkat ederseniz memnun oluruz.
Ayrıca hazırlanmış olan kelimelerin iyice tartışılması için sözlük çalışmamızı harf harf yayınlamayı düşünüyoruz. Bunu da anlayışla karşılayacağınızı umuyorum.
Tarlayı sürerken çiftin ya da sabanın her gidiş gelişte açtığı küçük kanal
Aḫbun
Hayvan gübresi
Aḫbunluḫ
Hayvan gübrelerinin yığıldığı çevresi yarı kapalı alan.
Ajnene
Kurbağa yumurtalarından yeni çıkmış yavrular,iribaş.
Alaçuḫ
Genellikle sadece üstü kapalı kır kulübesi.
Alaf
Kışın hayvanlara verilmek üzere kurutulmuş ot.
Ander(termaş)
Söylenmesi istenmeyen bir kelimeyi ifade etmek için kullanılan bir zamir.
Anuḫ
Yemek yaparken soğanın yakılmasıyla yapılan sos.
Arḫaç
Dışarıda, ağılda geceleyen davarların yanında kalan çobanın kulübesi.
Ayakça
Kayak yapmak için kullanılan, ucu eğri, ayakkabıya tam oturacak şekilde tasarlanmış demir kayak aracı.
Ba ho
Öküzleri durdurmak veya döndürmek için kullanılan bir ünlem.
Baca
Toprak dam.
Banda
Ahlat, yaban armudu
Bastik
Değneklerle oynanan bir çocuk oyunu.
Bayaḫtan
Az önce, demin. “Bayaḫtan baḫtım yoğudi.”
Bedura
Kova
Beleyin
“Bu tarafa doğru” anlamında kullanılan bir yön zarfı. “Beleyin gel, beleyin…”
Bıjik
Çocuk dilinde koyun ya da kuzu.
Bıli
Kağnılarda mazinin tekerlekten çıkmasını önlemek için ikisinin kesiştiği noktaya takılan küçük ağaç parçası.
Bibi
Hala
Biji biji
Koyun ya da kuzuları çağırmak için kullanılan bir ünlem.
Bilbik
Bez bebek
Billi
Bataklık göllerde yetişen kamıştan yapılan, ilkel bir müzik aleti. Sipsi.
Bişi
Yağda kızartılarak hazırlanan bir tür ekmek çeşidi
Boğuzli
Çok fazla yiyen, obur
Buzaldam
Özellikle buzağı ve kuzu gibi küçük hayvanların kapatıldığı küçük bölme.
Bügelek
Büyükçe bir sinek ve bu sineğin büyükbaş hayvanları sokmasıyla hayvanların kuyruklarını dikerek koşmaları
Caca
(çeş) Özellikle sebzelerin ya da farklı bitkisel yiyeceklerin posası.
Cağ
1.Yöresel kebap kesiminde kullanılan ince şiş 2. Örgü şişi.
Cala
Mısırın sadece yapraklarının bulunduğu ağaçsı kısım.
Callam cullam
Bir şeyin bütün parçalarının düzensiz bir şekilde sallanması veya sürüklenmesi.
Cam
Büyükbaş hayvanları ahırda bağlamak için tasarlanmış, “U” şeklinde kıvrılmış bir ağacın bir ucundaki halkalı ipin diğer uca geçirilmesiyle oluşturulmuş düzenek.
Cannatmak
Sabit duran bir varlığı hareket ettirmek, harekete geçirmek.
Cat (Cadi)
Mısır ekmeği
Cazi
Kurnaz ve cilveli kadın.
Cecik atmak
Et gibi yiyeceklerin sıcakta kalması sonucu üzerinde biriken sinek yumurtaları.
Cecim
Yöresel olarak elde dokunan bir kilim.
Cegen etmek
Belli bir düzen içinde bulunan varlıkları içinden çıkılmaz ve düzeltilemez hale getirmek. Çiğnemek.
Cendek
Leş
Cezik
Ağaçtan yapılan kaplarda kulpu takmak için yine ağaçtan yapılmış, vidaya benzer bir alet.
Cıbıl
Çıplak
Cıcıḫ
Süsleme
Cığız
Mızıkçı
Cılga
Karasabandan sonra icat edilmiş önünde tekerleği olan metal bir saban türü.
Cımbıl
Daha çok “kısa” anlamında kullanılmasına rağmen “küçük” anlamına da gelen bir sıfat.
Cıngıli baş
Tahteravalli
Cınik
(cınbılik) Çok küçük
Cırbağa
Çocuklara kızınca söylenen bir yaramazlık ifadesi
Cırbıt
Gözdeki çapak
Cırımcıllik
Param parça.
Cırıp
1. Özellikle bir şeyi izlemek için açılmış küçük delik. 2. Kapının hafif aralanmasıyla oluşan açıklık.
Cırtik atmak
Küçük hayvanların aniden fırlayıp koşmaları.
Ciddi be
Çocuk dilinde bir çeşit körebe.
Cil
1.Bataklık göllerinde yetişen,yük hayvanlarına semer ve bir çeşit yastık yapımında kullanılan,yumuşak bir bitki. 2. Kök 3. Kılcal damar
Cinik
Hububat ürünlerinde kullanıln bir tür ölçü aleti
Cip
Çok anlamında kullanılan bir zarf. “Cip lüzümsüz gonuşersin ki!”
Cirçek
Ağıl gibi yarı kapalı yerler için kullanılan, ince sırıklarla yapılmış portatif çit parçası.
Civlemek
Özellikle çocuklar için acıyla bağırmak.
Coc
İçinden sürekli olarak su akan ya da kaynağı kendi içinde olan çayırlık.
Cul
Küçük tuvalet.
Cumcoruḫ
Sırılsıklam
Cü cü cü
Tavukları çağırmak içi kullanılan bir ünlem.
Cücük
Civciv
Cülenk
İki mısırın birbirine bağlı hali.
Kelime
Anlamı
Çaḫırdaḫ
Koyunların kuyruklarının büyük olmasından dolayı,dışkılarının kuyruk altında bulunan yünlere yapışması sonucu oluşmuş, küçüklü büyüklü çakıl taşı şeklinde kuru dışkı.
Çebiç
İki ya da üç yaşlık doğurmamış keçi.
Çeç
Bitkisel yiyeceklerin posası.
Çeçen
Yere çakılan yaklaşık 1 metre yükseklikte bir değneğin üzerine konan 15-20 cm uzunluğundaki bir ağaca, başka bir değnekle vurup olabildiğince uzağa atmak mantığına dayanan bir takım oyunu.
Çelik
Çeçen ya da benzer oyunlarda sopayla vurmak için oluşturulan, yaklaşık 15-20 cm uzunluğundaki küçük ağaç parçası.
Çelmek
(çemlek) Küçük kova
Çemberli
Tereyağı koymak için yapılmış silindir şeklindeki ağaç kap.
Çeper
Çit
Çepik
Özellikle elde taşımak için yapılmış küçük sepet.
Çılbır
Doğranmış ekmeklerin üzerine sulu patates yemeğinin dökülmesiyle hazırlanan bir yemek.
Çırtı
Çam ağaçlarının fazla olmadığı yerlerde yetişen,kısa iğne yapraklı yere yapışık gibi duran, bodur ağaççık.
Çift
Tarla sürmekte kullanılan, ucu demirden yapılmış ağaç saban.
Çig
Ekşimiş sütün üzerindeki kaymak.
Çigelek
Dağ çileği
Çigirmek
İğrenmek, sürekli olan bir şeyden nefret edecek kadar bıkmak.
Çigit
Çekirdek
Çile
Halka halinde sarılmış iplik tomarı.
Çinçavat
Bir şeye sahip olma konusunda bencillik yapan kişi. Doyumsuz ve görgüsüz.
Çisst
Davarları uyarmak için kullanılan bir ünlem.
Çişgan
Özellikle tarla kenarlarına, tarlayı su baskınından korumak ve içeri girme ihtimali bulunan hayvanları engellemek için dikilen, iri dikenleri olan bodur ağaç.
Ço
Eşek,at gibi hayvanları yürütmek için kullanılan bir ünlem.
Çor
Beddua içerikli bir kelime, ( zıkkım ) ” Seni çor yiyesiiin!”
Çünüpe
Sünepe
Dada
(Dadak) Çocuk dilinde yemek.
Dadaş
Ağabey
Dam
Davar kapatılan ahır.
Damci
Damla
Dana burnu
Kuzu göbeği mantarı.
Davun
Verem
Degirmi
Yuvarlak
Deḫil
Bakkallarda, dükkan sahibi ile müşterinin bulunduğu alanı birbirinden ayıran masa yada bu bölümleri bağlayan, yatay açılıp kapanan kapı.
Delgi
Özellikle ağaç işlerinde delik açmak için kullanılan bir alet.
Deli badbad
Yenildiği zaman sarhoş edip tuhaf şeyler söylettiği bilinen bir bitkinin kökü.
Dester
Hamur ya da ekmeklerin üzerine kapatmak için kullanılan bez.
Dığa
Çocukları azarlamak için kullanılan bir ünlem.
Dınaz etmek
Bir insanla dalga geçmek, küçümsemek.Kinayeli laf sokuşturmak.
Dızdız
Basit bir olayda hemen ağlayan.
Dızik
Yaban arısı
Dib
Şeker pancarı.
Didik
Kanatlı hayvanlarda gaga.
Diya
“İşte” ya da “aha” anlamında bir söz. “Diya orada, navulacaḫ”
Diydo
İnek türü hayvanları seslenerek döndürmek için kullanılan bir ünlem.
Dizlik
Don.
Dudu
Çocuk dilinde su.
Dumbul
(dımbıl) Şişman
Dunguzluḫ
Su değirmenlerinde suyun döndürdüğü pervanenin bulunduğu yer.
Duruyağ
Ayçiçek yağı (sıvı yağ)
Düddülüz
Üst üste dar bir şekilde yığılmış bir şeyin tepe kısmı.
Düydi
Balta,keser gibi aletlerin kesici olmayan tarafı.
Düymeç
Mısır ekmeği, tereyağı ve pekmezle yapılan bir yemek.
Düzme
Samanlık gibi yapılarda,bir iki metre taş duvardan sonra geri kalan kısmına yerleştirilmiş,dik ve yan yana ağaç örgüsü.
Egiş
Hamur kazımak için kullanılan düz kaşık.
Ehelemek
Koyun,keçi gibi hayvan sürülerini farklı bir tarafa yönlendirmek için ürkütmek.
Elcek
Tırpanın el tutma yeri.
Eleyin
“O tarafa doğru” anlamında kullanılan bir kelime. “Eleyin get, önen çıḫar”
Elezberi
Saçmasapan
Emel
Çocuk oyunlarında başlangıç çizgisi
Enek
Çift denilen tarım aletinin toprağa gelen kısmındaki demir.
Eydi
Kaşık yaparken içini oymak ve eşek gibi hayvanların damağını kesmek için kullanılan, ucu eğri bir kesme aleti.
Eyha
Davarları uyarmak için kullanılan bir ünlem.
Eze
Teyze
Kelime
Anlamı
Ferfere
Kumaş gibi eni fazla olmayan nesneler için çok ince ve dayanıksız.
Ferik
Civcivin henüz tavuk olacak kadar büyümemiş hali.
Fırfırik
Rüzgar gülü ya da benzer şekilde bir pervanesi olup, rüzgarın etkisiyle dönen çocuk oyuncağı.
Fısdiklemek
Bir şeyden kaçmak amacıyla aniden ve hızlı bir şekilde koşmaya başlamak.
Fışgi
Dışkı
Fışıt
Boru şeklindeki “gevrik” denilen bitkinin içine, ucuna bez bağlı küçük çubuğun sokulmasından oluşan, içine çektiği suyu ileri doğru pompalamak mantığına dayanan bir çocuk oyuncağı.
Gabalaḫ
Oldukça geniş yapraklı,kökü kabuğu soyularak yenebilen bir bitki.
Gaga
Çocuk dilinde meyve, bisküvi, çikolata vs.
Gagala
Yuvarlak, ortasında genişçe delik bulunan ekmek.
Galdurma
Ahırlarda hayvanların yattığı yere tahta ya da düz ağaçlarla yapılan döşeme.
Ganayaḫli
Kadınlar için bir acizlik ifadesi – Kadın
Gandara
Akarsu kenarındaki tarla,bahçe gibi yerleri sel baskınından korumak için doğal yollarla ( ağaç,taş vb) yapılan set.
Gandırıf kayışı
Kağnıyı boyunduruğa bağlamak için kullanılan, sığır ya da manda derisinden yapılmış, saç örgüsü şeklinde bağ.
Gapcik
Süt için kullanılan sürahiye verilen ad.
Garagura
Karabasan, kâbus.
Garellemek
İsabet ettirmek
Garman çorman
Karmakarışık
Gavar
Tarla sularken, evlekten tarlanın içine doğru suyu iletmek için belli aralıklarla açılan küçük su yolu.
Gavut
1.Kahverengi 2.Kavrulmuş buğday unu.
Gayde
Melodi
Gazıl
Yünden yapılmış bazı giyecekler.
Gelberi
İki tarafında iki kolu bulunan,iki elle kişinin kendine doğru çekmesiyle kullanılan, bir ağacın yüzeyini düzleştirmek ya da oymak için kullanılan kesici bir alet.
Gem
Eskiden ekinleri saman haline getirmek için kullanılan,altı keskin taşlarla örülmüş, birbirine çakılı iki tahtadan oluşan tarım aleti.
Gendime
Yemeklik buğday
Gevrik
Çayırlık alanlarda yetişen kalın, uzun , vasıfsız bir bitki.
Gıcırmak
Özellikle küçük boyutlu varlıkların bir yerde çok fazla olduğunu ifade eden bir fiil.
Gıci
Ağacı rende ile düzeltirken çıkan, kâğıttan biraz kalın ve zembereği andıran yonga.
Gıddız
Gırak kelimesine oranla daha uçta kalan kısım. En uç.
Gıdi gıdi
Keçi türü hayvanları çağırma ünlemi.
Gıdik
1.Oğlak 2.Çam kozalağı
Gıgi
Davar dışkısı
Gığmak
Boğmak
Gıl çuvalı
Keçi kılından dokunmuş çuval.
Gılav
Bölüm, parça, hisse
Gılıç
Çift üstünde bulunup enek ile oku birbirine bağlayan demir ya da ağaç bağlantı parçası.
Gılız
Çocuk dilinde tekerlek
Gılızlanmak
Tekerlek gibi nesneleri yuvarlamak.
Gılik
Küçük yuvarlak ekmek.
Gıllanboci
Çocuklara yapılan şaka yollu bir oyun.
Gımi
Kabuğu soyularak yenilen bir bitki.
Gındıllanmak
Yuvarlanmak
Gındıra
Bataklık göllerinde yetişen ve ekin saplarını bağlamak için bir tür bağ yapımında kullanılan bitki.
Gıpti
Cimri
Gıraḫ
Kenar. Bir şeyin ya da bir yerin uç kısmı.
Gırdavuç
Tandırın közlerini karıştırmak amacıyla kullanılan kalın değnek.
Gırget
Alıç
Gob
1. Kağnılarda öküzlerin hemen arka kısmına gelen, bir tahtanın sağ ve sol tarafa doğru çıkıntısı. 2.“Çok kaba” anlamında bir sıfat. “Gob gob gonuşma!”
Gobut
Oltu taşının, tesbih yapılmadan önce bıçakla oluşturulmuş, silindir biçimindeki hali.
Gocacuḫ
Semerin üzerinde bulunan, yükü bağlayan ipin ucunu bağlamak için kullanılan demir alet.
God
Değirmenlerde suyun tazyikli akması için ilk önce toplandığı beton ya da kalın ağaçtan yapılmış, uzun silindir şeklindeki sistem.
Goda
1. Mısırın yeşil kabuğundan soyulmamış hali 2. Küçük takoz.
Godik
Hayvanlara yem vermek ya da farklı bir amaç için kullanılan kap.
Goduz
Bir şeyin siyahlanacak kadar yanması.
Goga
Yardım almadan bal yapan arılar için yapılmış ilkel kovan.
Gogara
Büyük kızak
Gogur
Elma, armut gibi bazı meyvelerin olgunlaşmamış hali.
Gor
Mezar (özellikle beddua içerikli cümlelerde)
Goşat
Samanlık, ahır, harman yeri ve eski evlerde kiriş özelliği taşıyan kalın ağaç.
Goşguz
Bir bitkinin toprak altında yetişen, yer fıstığı büyüklüğündeki tatlı meyvesi.
Gudik
Çocuk dilinde köpek.
Gudiyen
Yerinde duramayan, yaramaz “Ula oğlum niye gudiyen olersin ki?”
Gugul
Çocuklar için pipi.
Gugum
Tomurcuk veya tomurcuğa benzeyen bazı şeylerin uç kısmı.
Guguz
Çömelerek oturma şekli.
Gullep
Eski evlerde ya da ahır ve samanlıklarda, menteşe yerine kullanılan bir düzenek.
Gumbala
İstemeden takla atmak.
Gumuç
Dürüm
Gurut
Ayrandan yapılan bir tür yemek.
Guşgana
Tencere
Guy
Cecim denilen kilimin dokunduğu tezgah.
Guzik
Kambur
Gülüm
Dürüm
Gümanlı
Hamile kadın.
Günçiçeği
Ayçiçeği
Ḫaḫo
Anlayışı kıt olan kimse.
Haluş guluş
Çocuk dilinde salıncak
Hasıllamak
Hamur gibi şeyleri uzun süre yoğurmak.
Ḫarmutlamak
Sıcak suya soğuk su ekleyerek istenen sıcaklığı ayarlamak.
Ḫaşal
Gün içinde çeşitli sebeplerle gelen tembellik.
Ḫaşat etmek
Kötü duruma getirmek.
Ḫaşıl
Mısır unu veya gavutla yapılan ve sütle birlikte yenen bir yemek.
Ḫayın
Tembel
Hecillenmek
Elde edilemeyen bir şey için başkalarına bakıp mahcup olmak.
Hedik
Kurutulmuş mısırın suda haşlanmış hali.
Helekeş olmak
1.Bir çift öküzle yapılması zor olan bir iş için, iki ailenin öküzlerini bir araya getirip beraberce çalışmaları. 2. Aşırı derecede yorulmak.
Herg etmek
Nadasa bırakmak amacıyla, özellikle sonbaharda tarlayı öküzlerle sürmek.
Herifene
Akranların kendi aralarında yaptıkları bir çeşit ziyafet.
Herze
Halt
Hevenk
İkiden fazla mısırın birbirine bağlanmış şekli.
Ḫeyreti
Hakaret amaçlı, sahipsiz ve ortada kalmış anlamlarında kullanılan bir zamir.
Hezi
Öküzlerle tarla sürerken boyunduruğun tam ortasında bulunması gereken zincir ya da kayışı daha çalışkan olan öküz tarafına geçirerek gücü dengelemek.
Ḫıbar
Duvarcıların aralara doldurdukları küçük taşlar.
Ḫılez
Zayıf, yeterince gelişmemiş.
Ḫınç olmak
Fazla yorulmak
Ḫıngel
Mantı
Ḫınik
Herhangi bir sebeple burnu tıkalı olan ve bu durum konuşmasına yansıyan kişi.
Ḫıran keşen olmak
Karmakarışık olmak, birbirine girmek.
Ḫırt
Eşya
Ḫışır
Dolu (yağış olarak)
Ḫızan
Kedi, köpek gibi hayvanların çiftleşme dönemine verilen isim.
Ḫızmik
Ağır oldukları için buğdaya karışmış ve yıkama esnasında ayırt edilmiş sapların boğum yerleri.
Ho
Öküzlerin yürümesi söylenen bir ünlem.
Ḫoçek
Tarla korkuluğu
Hodak
Tarım işlerinde rençber yamağı olan çocuk.
Hopba
Çocuk dilinde atta gitmek.
Ḫort
Patlamış mısır.
Horum
Otların kurutulduktan sonra topak bir şekilde sıkıştırılmış hali.
Ḫozan
Ekilmemiş tarla veya yakın zamana kadar ekilmesine rağmen artık çayırlık olarak değerlendirilen toprak parçası.
Ḫozik
Gabala? olarak bilinen bitkinin olgunlaşması sonucu tepesinde oluşan, uçları çengelli diken topları.
Höllük
Tarla toprağının keseklerden arınmış hali.Toprağın birbirine yapışmaması.
Hösenk
Şelale veya suyu olmasa bile bu niteliği taşıyan dere içindeki yüksek kaya.
Ḫudey
Islah edilmemiş meyve ağacı.
Kelime
Anlamı
İg
Yünü iplik yapmak için eğirmek amacıyla kullanılan bir alet.
İlim
Çam ağaçlarında bulunan kabuğun hemen altında bulunan şeffaf bir yiyecek.
İtgun
Kayıp (uzun süre görünmeyen biri için kullanılır)
İynemek
(ingildemek) Hastalıktan dolayı solukla beraber çıkan ses.
Joğ
Ahu dudu
Kaçik
Kadınların fazla geniş olmayan bir başörtüsü türünü arkadan çapraz bir şekilde bağlamalarına verilen isim.
Kagguruz
Kızağın kara saplanmasını önlemek için, ayak denilen kısımlarının yukarı doğru kıvrılan ucu.
Kâḫan
Çapa yapmak
Kakko
Tenezzül
Kalik
Çocuk dilinde ayakkabı
Kartul
Patates
Kedidi
Budak ya da küçük kütük şeklinde yakacak odun.
Kehlik
Çiftlerde kılıç denilen parçanın üstünde bulunan ağaç parçası.
Kelep
Halka şeklinde hazırlanmış iplik tomarı
Kerdigi
Arpa ile buğdayın karıştırılarak öğütülmesiyle ortaya çıkan un.
Keriç
Felç.
Kııyt
Keçi türü hayvanları uzaklaştırmak için kullanılan bir ünlem.
Kıntik
1. Mısırın ayıklandıktan sonra arta kalan kısım 2. Çelik çomak oyununda vurulan küçük ağaç parçası
Kırız
1. Saçı dökülmediği halde çok kısa kesilmiş 2. Keçi türü hayvanların kısa kulaklı olanı.
Kırkılık
Koyun gibi yünlü ya da kıllı hayvanların yünlerini kesmeye yarayan makas.
Kısdik
Sigara izmariti
Kıtlamak
Isırmak
Kim
Ot ya da gındıranın bükülmesiyle oluşturulan bir tür kalın ip.
Kinc etmek
Sütçülükte bir terim.
Kipi
Boyunduruğun tam ortasında bulunup, kendisine bağlanan kayışın kenarlara kaynasını önleyen iki küçük ağaç parçası.
Koçat
Tekenin küçüğü
Kokuç
Saçın arkadan topak şeklinde bağlanması.
Kokur
(gıllanböci) Çocukları korkutmak için uydurulmuş hayali yaratık.
Kolan
Semeri bağlamak için hayvanın karnından bağlanan kemer.
Kolik
Ucu tam sivri olmayan.
Korizan
(kor melli) Anlayış problemi olan kişi.
Korut
İki yaşında erkek keçi yavrusu.
Korzevil
Çiftin halkadan çıkmaması için ucuna takılan kısa değnek
Kos
Yaranın kabuğu.
Kösevi
1.Tandırı karıştırmak için kullanılan değnek. 2.Tamamen yanmadan ateşten çıkarılmış ve yarı kömürleşmiş odun.
Kuççi
Çocuk dilinde koç ya da teke.
Kumucik olmak
Birden fazla kişinin ya da şeyin bir araya gelip sıkışması.
Kundik
Büyükbaş hayvan yemliği.
Kurç
Sarp kayalık alan.
Kurik
Çocuk dilinde eşek.
Kurun
Çeşmelerin önünde bulunan yalak.
Küd olmak
Felç olmak
Küflet
Halk, özellikle ev halkı
Külve
Tandırın yanmasını kolaylaştırmak için açılmış hava deliği
Künt
Hamurun tek ekmeklik küçük topağı.
Kür
Çok yaramaz çocuk.
Küsgi
Mısırları döverek tanelerine ayırmak amacıyla kullanılan kalın değnek.
Leçek
Kadınların kullandığı geniş, beyaz başörtüsü.
Lelevün
Bitkin, kendinden geçmiş.
Lepbez
Bir şeyin aşırı ezilmesini ifade eden bir sözcük.
Levik koşmak
1.Ağıt yakmak 2.Yitirilmiş bir şeyin ardından ağlamak.
Leyden
Kim denilen ottan yapılan ipin oluşturulması için kullanılan bükme aleti.
Lopurt
Salyangoz
Lor
Tulum peyniri
Lorh
Çifti boyunuduruğa bağlamak için yapılmış, bir ucu tel ile birleştirilmiş halka şeklindeki ağaçtan yapılmış düzenek.
Löbiye
Fasulye
Lülük
Çaydanlık gibi eşyalarda suyun ya da çayın aktığı çıkıntı.
Lünt
Yerden kaldırılamayacak kadar ağır.
Kelime
Anlamı
Mac
Çiftte el tutma yeri.
Maç etmek
İneğin sütünü sağmak için, buzağıyı kısa bir süre emzirtmek.
Mağ
Belli bir düzende yığılmış, kırılmamış kışlık odunlar.
Maḫar
Ağaç çivi
Maḫat
Duvar diplerinde sabit olan tahtadan yapılmış bir tür kanepe.
Mahat olmak
Dikkatli olmak
Maluḫ
Bir yeri kazmak için kullanılan herhangi bir ağaç parçası.
Mandal
Ahır ya da samanlık kapılarında kullanılan ağaçtan yapılmış kilit.
Maran
Kağnı tekerleklerini oluşturan üç ağaç parçasından her biri.
Mayıs
Hayvan gübresinin, özellikle baharda oluşan sıvı hali.
Mazarat
Yaramaz
Mazi
Kağnılarda dingil yerine kullanılan kalın ağaç.
Megel
Çapa yapılan alet.
Menşür
Özellikle kadınlar ve çocuklar için, kızdığı zaman uluorta bağırıp çağıran kişi
Merek
Samanlık
Mertek
Mezar, ahır, samanlık gibi yerlerin üzerini kapatmak için kullanılan, 1-2 metre uzunluğunda ağaç.
Mıgî
Tırtıl
Mırik
İnsanlar için esmer, hayvanlar için ise siyah rengi ifade eden bir kelime.
Mırmıncik
Havaların kurak gittiği zamanlarda yağmur yağması için çocukların oynadıkları bir oyun.
Mısmar
Büyük çivi.
Mimile
Horoz ibiği.
Miret
Söylenmek istenmeyen bir kelimenin yerine kızgınlıkla söylenen bir sözcük.
Miriye
Genellikle bazı hayvanlar için olsa bile farklı varlıklar için kullanılan bir hakaret ve kötüleme zamiri.
Modullamak
Birini harekete geçirmek için uğraşmak.
Morbet
Küçük yardımcı çocuk
Mozik
İki yaşındaki ,erkek sığır yavrusu.
Mudara
Zayıf, çelimsiz
Mungeriz (olmak)
1.Sönmek 2.Zifiri karanlık 3.Bir işin düzelmeyecek şekilde son bulması.
Muroz
Asık surat.
Muturuf
Tembel
Mürgülemek
Uyuklamak
Nahır
İnek malı.
Nat
Tırpanın ağaçtan yapılmış sap kısmı.
Neylemet
(neḫarten) Ne kadar
Ok
Çift denilen sabanın, ağaçtan yapılmış asıl kısmı.
Oşo
Çocuk dilinde köpek.
Öciyen
Kabuğu soyularak yenilen, bir bitkinin kökü.
Ögür
İneklerin çiftleşme isteğini ifade eden bir kelime.
Öteyin
Dünden önceki gün
Pağaç
Tandırda ya da sobanın fırınında tepside pişirilen sütlü ve yumurtalı ekmek.
Paldon
Palan
Papara
Azar
Patat
Tandırda ekmek pişirmeye yarayan alet.
Peg
Yıkılmış bina kalıntısı ve bunun boş kalan yerine verilen isim.
Pelverde
Ayva marmelatına verilen isim.
Perk
Hamurun fazla kıvamlı olması
Peşgun
Yer sofrası için kullanılan yuvarlak ve geniş sehpa.
Peşkir
El havlusu
Pıçi pıçi
İnek türü hayvanları çağırmak amacıyla söylenen bir ünlem.
Pıkkız
Çiftlerde keklik denilen parçayı sıkıştırmak için kullanılan küçük ağaçparçası.
Pır
1.Çam ağacının yaprakları. 2.Aklı eksik
Pin
Kümes
Pingel
Tavukların yumurtalarını belirlenen bir yere bırakmaları için orada sürekli duran yumurta.
Pis
Çam ağacının reçinesi.
Pisik
Kedi
Poslamak
Ekmek pişirirken tandırın ekmekler pişmeden soğuması sonucu, yeniden yakmak.
Poşa
1.Çeşitli tekstil ürünlerini köy köy gezerek satmaya çalışan çingene 2. Çok gezen.
Poşasalli
Çok gezen
Pöççük
1. Kuyruk sokumu 2.Özellikle bar oyununda olmak üzere bir düzenin en son kısmı.
Puçi
Buzağı, düve gibi hayvanları döndürmek için kullanılan bir ünlem.
Pupu
Çocuk dilinde yara
Püskürüt
Bisküvi
Kelime
Anlamı
Rıha
Çok kötü koku.
Safağıl
Ahır süpürgesi
Salur
Yaban eriği
Sambağı
(sami) Boyunduruk üzerinde öküzleri bağlamak için kullanılan,birinin ucunda ip bulunan, iki adet yay şeklinde ince ağaç.
Sarıyağ
Tereyağı
Sazlamak
Boyunduruğu, deriden yapılmış ve bükülerek kalınlaştırılmış kayışla kağnıya bağlamak.
Selinti
Bir ağacın, sel tarafından bir yerden bir yere götürülüp, yıllarca toprak altında kaldıktan sonra çıkarılan hali.
Sergen
İki çift öküzle herk ederken çiftlerin arasında düzeni sağlamak için zincirlere eklenmiş küçük parça.
Sınıkçı
Kırık, çıkık işleriyle uğraşan kişi
Sikke
Atları otlamaları için bağlamaya yarayan demir kazık
Simişga
Ayçekirdeği
Sitil
Özellikle metal olan küçük bakraç
Su iti
Çocukları korkutmak amacıyla, bataklık göllerde olduğu söylenen uydurma yaratık.
Süjük
Yoğurdun içindeki sarımsı su.
Şamlamak
Daha çok çocuklarda tatlı dil kullanarak veya bir şeyler vererek ikna etmek.
Şaşurt
Bir çobanın güdümündeki davarların sahiplerinden her biri.
Şep
Çok tuzlu
Şergede
Akla gelmeyecek yaramazlıkları yapan kişi
Şiret
(şırat) Peynir yapılırken çıkan sarı renkli sıvı.
Şişek
İki ya da üç yaşlık,doğurmamış koyun.
Şiv
Fasulye,patates ve kabak gibi bitkilerin sebze kısımları alındıktan sonra kalan kısmı.
Şivan
Uçurum, kayalık
Şoğurt
Kontrolsüzce akan veya etrafa saçılan tükürük.
Şorak
Kaynak olmasına rağmen, hafif acımsı ve kokulu olan su.
Şöş
Asfalt, şose
Şurt
Tandırın kenarlarında bulunan hafif tümsek kısım
Şurup
Karla karışık yağan yağmur.
Şüşürt
Suyla çalışan değirmen gibi düzeneklerde, pervaneyi döndürmek için, suyun tazyikini artırmak amacıyla,suyun toplandığı kısmın en uç noktasına konulan, içi oyuk ağaç parçası.
Tapan
Tarlayı ektikten sonra düzleştirmek için kullanılan, kalın bir ağaç ya da ağaç dallarının birbirine bağlanmasıyla oluşan bir tarım aleti.
Tatula
Çok ekşi
Tavatur
Çok güzel, çok iyi anlamında bir kelime. ? “Tavatur bi panturun var!”
Tay
At, eşek gibi hayvanların yüklerinin her iki tarafından birine verilen ad.
Tec
Hububat yığını.
Tehmük
Tekme
Tejgere
Genellikle hayvan gübresi,toprak gibi şeyleri taşımakta kullanılan; iki ucunda ikişer kolu olan tahtadan yapılmış bir yük taşıma aracı.
Telhaç
Özellikle kumlu ve yarı kurak alanlarda yetişen, acımtırak bir bitki.
Ter
Tavukların gecelemeleri için yüksek bir yere çakılmış sırık.
Termaş
Söylenmesi istenmeyen bazı kelimelerin yerine kullanılan bir zamir.
Tersik
Goşat denilen ağaçların üzerine zıt yönde atılan ağaca verilen isim.
Teşi
Yün eğirmekte kullanılan bir alet
Teşt
Büyükçe metal leğen
Teykeş
Çorap ya da ayakkabı için birbirinden farklı olarak giymek.
Tılliklenmek
Kırılmak, küsmek
Tıncik
Saç, iplik gibi şeylerin çözülemeyecek şekilde birbirine girmesi.
Tokaç
Damlardan suyun eve ya da ahıra sızmasını önlemek için,damdaki toprağı vurarak sıkıştırmaya yarayan büyük tokmak.
Tuluḫ
İçine peynir basmak için yapılmış deri torba,tulum
Tuman
Uzun don
Tump
İki tarla arasındaki sınır
Tus
Anaç tavuk
Tüt
Özellikle hayvanlarda oluşan tümörlere verilen isim.
Üşi
İki tarafında iki kolu bulunan, iki elle kişinin kendine doğru çekmesiyle kullanılan, bir ağacın yüzeyini düzleştirmek ya da oymak için kullanılan kesici bir alet.
Verep
Çapraz
Virgedi
(Viyre)Sürekli anlamında kullanılan bir kelime.
Yanbegi
“Yan tarafa doğru” anlamına gelen bir kelime.
Yegin
Çabuk
Yincilek
Hafif
Yüngül
Hafif
Yüzüne heris olmamak
Birinin yüzünü görmeyi çok istemek. (alay)
Zef
Hız, sürat
Zeh
Sert bir cismin köşesi.
Zevil
Çiftin boyundurukla bağlantısını sağlayan küçük ağaç parçası.
Zırza
Genellikle ahır ya da samanlık kapılarında kullanılan, kalın zincirden ya da bir ucu geniş delikli demirden yapılmış geçici kilit.
Zıvık
Hamurun ya da benzer bir şeyin fazla sulu olması.
Zibil
Çöp
Zil
Çok hızlı.Çok etkili biçimde.
Zimin
Özellikle beddua cümlelerinde, “kör” anlamına gelen bir kelime.
Tandır, hayatımızın en temel ihtiyacı gıdanın, gıdalarımızın vazgeçilmez olanı ekmeğimizin üretim mekânıdır. Bunun için değerlidir. Nimetin nimet olduğu yerdir. Tarlayı sürmek, tohumu ekmek, sulamak, biçmek, dövmek, yıkamak, un yapmak, yoğurmak gibi bir çiftçinin bütün faaliyetlerinin finalidir. Emeklerin zirvesi ekmektir. Ekmeğin mekânı da tandırdır. Kısava tandır, karın tokluğudur.
Tandırlar bir başka işe de yararlar. Mısır, patates ve hatta kemikler akşamdan tencere içinde tandıra konulur ki pişsin. Malzeme pişer, ancak başkasına da düşer. Bazen bir kimsesiz, bazen bir hırsız, bazen de köyün delikanlıları tencereyi çıkarır, içindekini bir güzel afiyetle yerler. Malzeme sahibine de tencere sokağa atılmamışsa yemeği helal etmek düşer. Boşuna dememişler, ?Tandurun başı, kartul aşı, köyün başı, kabanın başı, karşı, bişi mişi? diye.
Çeçen, köyümüzde oynanan geleneksel oyunlardandır ve en güzeli unutulmamıştır. Gençler arasında dağ günlerinde, pikniklerde hâlâ oynanan bir oyundur. Çeçen oyunu, esasında modern beysbola benzeyen bir takım oyunudur. Tabi ki kurallar farklı.
Malzemeler: 1. Öncelikle oynanacak yere üç-dört metre çapında bir daire çizin. Bu daireyi çubukla, balta ağzıyla yeri eşeleyerek çizebilirsiniz, ya da mümkünse kömürle, tebeşirle oluşturabilirsiniz. 2. Daireni merkezine tepesi düzgün hale getirilmiş çapı 5-6 cm?lik bir kazık çakın. Kazığın yerden yüksekliği bel seviyenizden biraz fazla olabilir. 3. 25-30 cm uzunluğunda, 2-3 cm çapında dal parçaları kesin. Kuru olmasın, hemen kırılır, budaklı olmasın, oyun esnasında size zarar verir. İşte bu oyun malzemesine ?çelik? ya da ?çalik? adı verilir. İsteyen istediği çeliği kullanabilir. Çeliğin iyisi çırtiden, karaağaçtan, yaş pelitten ve yaş çamdan olur. 4. Holla denilen sopa da gereklidir. Oyuncunun kendi kol boyu herhalde iyi bir orandır. Bununla birlikte hollanın boyu insanın sopayı sallama kabiliyetine göre değişebilir. Aksi belirtilmedikçe oyun esnasında herkes kendi hollasını ya da mevcut hollalardan herhangi birini kullanma hakkına sahiptir. 5. Ayrıca oyuncular için çeliğe havada iken dokunabilecek her şey örneğin çamın yapraklı dalları, ağaç dal parçaları, ceket, kazak vb. malzeme gerekli olabilir.
Belki bir hatıranın canlanmasıdır? Bir hikâye, çok eski yıllar önce yaşanmış ve hala da yaşanıyor olan bir hikâye? Bu hikâyenin yeniden hatıralarda canlanması, hayat bulması.
Bu hikâyeyi birlikte yaşadık, yaşarken çok da sevimli gelmemesine rağmen geri dönüp baktığımızda, neler neler yaşadığımızı düşününce, cazip gelmeye başladı. O kadar özlemle baktık ki geçmişe, elimize geçmeyen o günleri sanal âlemde yaşamaya çalışıyoruz.
Bu hikâyenin, yaşayanları ve ilgilenenleri açısından birçok farklı tarafı var. Birincisi yaşayanları halen daha hikâyenin bir parçası olmalarına rağmen ilgilenmeyenler. Bu hikâyenin onlar için bir sevimliliği yok. Belki bir fırsat arayışı içindeler, rollerini bırakıp kaçmak için. Onlar için dışarıdan seyredenlerin yeri daha cazip. Onlar için ?kahrolası bir hikaye?dir bu.
Bu yemeğin ana malzemesi, bir çeşit çalı-ağaç olan kızambuk dallarının yaprağının ilkbaharda toplanması ile elde edilir. Yaprakların taze olmasına özen gösterilmelidir. Dikenli kızambuk ağacının yapraklarının toplanması zor bir iştir. Taze, yeşil ve özellikle körpe kızambuk toplanırken pişirilmeden de yenebilir. Yapraklar yeşil kalacak şekilde uygun bir güneş altında kurutulur. Her yeşil yaprak gibi kurutulmayan ve havalandırılmayan kızambuk da çürüyebilir, kızabilir ve yanabilir. (Dikkat: Burada kızma ve yanma yaş saklanan ot-yaprak türünün özel bir şekilde ısınması ve çürümesidir.) Yemek yapmak için alınan iki büyük tas dolusu kurutulmuş kızambuk iyice dikenlerden arındırılmalıdır. (Kızambuk ile ilgili detaylı bilgiler için bk. Kızambuk Ağacı başlıklı yazımız)
Yusuf Altaş Hoca, Resmi kayıtlara göre 1336 rumi yılında Oltu’nun İnci köyünde dünyaya gelmiştir. Buna göre doğum yılı 1921 yılına tekabül etmektedir. Bilindiği gibi Osmanlı Devletinin yıkılıp düşmanın Anadolu’yu istila ettiği yıllardır. Maddi ve manevi açıdan çok çetin bir dönemdir. Bir tarafta yokluk ve kıtlık, öbür tarafta korku ve endişenin hüküm sürdüğü bir dönemdir. Hocanın çocukluğu zor bir dönemde ve çetin şartlar altında geçmiştir.
Yusuf ALTAŞ
Tahsil çağına geldiği zaman okuyacağı ne bir medrese, ne de bir mektep mevcuttur. Bu sebeple babası onu köyün imamı Ahmet Çelebi Hoca’ya Kuran öğrenmesi için götürür. O zaman Kuran okutmak ve okumak yasak olduğundan Hoca bu işe pek taraftar olmaz. Ama tamamen de reddetmez. Böylece derslere başlar, en büyük arzusu hafız olmaktır. Fakat Ahmet Hoca zaman zaman derslerini dinler zaman zaman da başından savar. Bunun için hafız olması mümkün olmaz. Buna rağmen onun okuma, öğrenme isteği asla sona ermez. Bir taraftan çobanlık yapar, diğer taraftan da fırsat buldukça hocanın kapısını aşındırır.
Onun ilme karşı şiddetli arzusu ve Kur’an-ı Kerim’e karşı olan aşkı güzel Kur’an okumasına kafi geldiği gibi yine şansı ve gayretiyle Osmanlı Türkçesini ve yeni yazıyı öğrenir. Çok kitap okuyarak kendisini geliştirir. Kırklı yıllarda Ahmet Hoca vefat edince köylünün verdiği mütevazi bir ücret karşılığında köyün imamlığını üslenir.
İmam olduktan sonra “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” hadisi şerifini kendisine düstur edinerek köyün çocuklarını toplar ve Kur’an okutmaya başlar. Fakat o yıllarda Kur’an okuma yasağı hala devam etmektedir. Köyde mahzen gibi bir evi medrese olarak kullanır. Köye gelip giden hükümet ricalini gözcüler vasıtasıyla gözetletir. Kuran tedrisatına devam eder. Okuttuğu talebelerden kabiliyetli olanları hafızlığa başlatır ve 1940’lı yılların sonuna doğru bir grup talebeyi hafız yapmaya muvaffak olur. 1959 yılında Kur’an okuma yasağı kalkınca hafızlara İstanbul’a gidip, dini tahsil yapmalarını tavsiye eder. Bunlardan bir kaçı Hocanın tavsiyesine uyup İstanbul’a giderler. Birkaç yıl sonra bu hafızlar memleketlerine döndükleri zaman, hafızlık cazibesini artırır. Bundan sonra çocuklarını hafız yetiştirmek anne babaların en büyük arzusu haline gelir. Gerek kendi köyünden gerek çevre köylerden çocukların ellerinden tutan babalar soluğu Hocanın yanında alırlar. Hoca kendisine müracaat eden çocukların kabiliyetlilerini hafız yetiştirir; kabiliyeti olmayanlara da Kuran okumasını öğretir. Onun imam olduğu devirde, kendi köyünde tahsil çağındaki çocuklardan Kuran okumasını bilmeyen pek nadir insan vardır. 60’lı yıllarda imamlıktan ayrılır ama ölünceye kadar hafız yetiştirmeye devam eder. Nitekim 1980 yılında vefat ettiği zaman henüz hıfzını tamamlamamış bir çok talebe bırakmıştır.
Yusuf Hoca ve öğrencileri
Ders Okutma Metodu
“Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” hadisini düstur edinen Yusuf Altaş Hoca kendini Kur’an-ı Kerim’e vakfetmiştir. Kuran okumanın yasak olduğu devirlerde hem öğrenmiş hem de bir çok hafız yetiştirmiştir. Kendisi hafızlık yapmadığı halde okuta okuta en sağlam hafızlar kadar kuvvetli bir hıfza sahip olmuştur. Kur’an-ı Kerim’den bir kelime söylendiğinde o kelimenin hangi surelerde geçtiğini rahatlıkla söyler ve ayetleri okurdu.
Derslere çok önem verir, her sabah hafızların derslerini teker teker dinlerdi. Derse gelmeyen hafızların evlerine adam gönderip neden gelmediklerini sorardı. Dersler sabah namazından sonra başlar, öğle namazına kadar devam ederdi. Hafızların derslerini dinledikten sonra yanlış ezberlememeleri için sayfaları okutur, dinlerdi.
Hafız olmak için kendisine getirilen çocuklara önce bir sayfa ezber verir ve onların kabiliyetlerini ölçer, sonra kararını verirdi. Hafız olacak kabiliyeti bulamadığı çocukların velilerine “Bu çocuk hafız olamaz boşuna uğraşmayalım” derdi. Bu hususta bir hatıramı nakletmek isterim.
Tarmut köyünden Aslan Ağa, oğlunu hafız yapması için hocaya müracaat etti. Hoca bir sayfa ezber verdi, fakat çocuk verilen sayfayı ancak üç günde ezberleyebildi. Hoca çocuğun velisine “Bu çocuk zor hafız olur, hem sizi hem bizi boşuna uğraştırır, bunu al git başka mesleğe ver.” dedi. Fakat Aslan Ağa ne pahasına olursa olsun bu çocuğu okutacağım diye ısrar edince, Hoca peki demek zorunda kaldı. Ama bu çocuk Hoca’yı çok uğraştırdı. Çocuk hıfzını ancak beş yılda tamamlayabildi. Hoca zaman zaman çok sıkılır “Oğlum Mukim! Sen bu işi yapamayacaksın, köyüne git” derdi. Mukim “Ben okuyacağım” derdi. Bir gün hoca bana “Mukim” ne manaya gelir?” diye sordu. Ben de “ikamet eden” dedim. Hocam “Vay keçeli, meğer bizim köye postu sermiş de onun için kovduğum halde gitmiyormuş!” diye latife yaptı.
Hoca hafızlarıyla beraber kırlara çıkarak onlarla piknik yapmaktan çok büyük zevk alırdı. Böylece onları hem eğlendirir ve hem de derslerine çalıştırırdı. Kendisinin tarlada işi olduğu zaman talebelerini oraya çağırtır ve derslerini orada dinlerdi. Şartlar ne olursa olsun dersleri aksatmadan her gün hafızların dersini dinlerdi.
Diğer Hizmetleri
Yusuf Altaş Hoca sadece hafız yetiştirmekle kalmamış köy halkını irşad etmeye de çok önem vermişti. Onun evi bir medrese idi. Gündüz talebeleri ile meşgul olurken akşamları da köy halkını evinde toplar, onlara kitap okur, vaaz ederdi. Kadınları da ihmal etmez, zaman zaman onları camiye toplar, ilmihal bilgileri verirdi.
Devamlı günlük tutardı, ve bunu hiç ihmal etmezdi. Günün önemli olaylarını mutlaka kaydederdi. Hem Osmanlıcayı hem de yeni yazıyı seri bir şekilde yazardı. Günlüklerinin bir kısmını Osmanlıca bir kısmını da yeni yazıyla tutmuştur.
Ellili yıllardan evvel ondan başka yeni yazı bilen olmadığı için asker mektupları ona okutturulmuş ve yazdırılmıştır. Son zamanlara kadar muhtarların yapması gereken yazışmalar da onun tarafından yapılmıştır.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla hafızlığını tam olarak bitirenleri listesi
Kuranı okudun okuttun eyledin irşad Feyzini alanlar buldular murad İslamın ruhu olunca baki Dua ve niyazlar sarsın afakı Bu kubbe altında olacaksın YAD.
Kömürcüoğlu Kadir Altaş
Hazırlayan: Merhum Mevlüt ALTAŞ
Yusuf Altaş Hocanın öğrencileri ile yapılan röportajlar
Ali Ağırman (Emekli İmam) ile yapılan röportaj
-Hocam, siz rahmetli Yusuf Hoca’nın ilk talebelerindensiniz. Hoca efendi hafızlık geleneğini nasıl başlattı, siz nasıl başladınız?
-Biz köyde dört arkadaştık. İçimizde (Köyün eski imamı, Allah rahmet etsin) Osman Çelebi, Tortumun Kirazlı köyüne giderek hafızlığa başladı. Diğer arkadaşlar hep beraber köyün imamı Ahmet Hoca ve Yusuf Hocamdan Kuran-ı Kerimi yüzünden okumaya başladık. 1943 yılında Osman Çelebi hafızlığını bitirip köye dönünce çok görkemli bir merasim yapıldı. Ondan sonra da Osman’a “Hafız” demeye başladılar. Bizi ismimizle çağırırken Onu hafız diye çağırmalarını çok kıskandık. gittik Yusuf Altaş Hocamıza, “Hocam bize hafızlık yaptırabilir misin?” diye sorduk. Dedi ki “Çocuklar Allah izin verirse başlayalım. Yalnız yerimiz yok, babalarınıza söyleyin bir yer hazırlasınlar başlayalım.” Bizde babalarımıza dedik ki “Ya bize yer hazırlayın okuyacağız, ya da okumak için kaçacağız.” Yusuf Hoca’yı çağırdı konuştular. Nihayet amcamgilin bir boş evi vardı. Oraya bir hasır serdiler bir de soba kurdular. Biz üç arkadaş (Ali Ağırman, İbrahim Altaş ve Feremüz Ağırman) okumaya başladık. Üç gün sonra merhum İbrahim Akçay (Yusuf Hocadan sonra hafızlık geleneğini devam ettirdi), bir hafta sonra da Şevket Çelebi geldi. Böylece beş arkadaş olduk.
Hocamız imam olmadığı için yazın tarlaya çayıra gittiği vakit biz de peşi sıra gider dersimizi tarlalara dinletirdik. İki sene olmadan hafızlığı bitirdik. Osman Çelebi gibi bize de hafızlık töreni yapıldı. Artık bize de “Hafız” deniyordu. Okuduğumuz müddetçe amcam rahmetli Osman Çavuş her hafta İnca katmeri ile pileki pağacı yaptırır, semaverle çay demletir bize yedirirdi. “Yeter ki siz okuyun canımı bile size feda ederim” derdi.
-Okuduğunuz zaman maddi imkanlar nasıldı?
-Maddi imkanlar çok kıttı. Yiyecek yok, giyecek yok. Elektrik yok. Hatta gaz lambası bile yoktu. Ya çıra ışığında ya da zeytin yağına batırılan bir paçavranın tutuşturulması ışığında okuyorduk. Hiç unutamadığım bir hatıramı anlatayım. İbrahim ile beraber köyün karşısındaki Karataş denilen mevkide kuzuları otlatıyorduk. (Hafızlıktan bir iki ay önce). Yusuf Hocamız yiyecek buğday getirmek için Şendurak köyüne gitmişti. Oradan tahıl bulamayınca Subatık ve Sarısaz köylerine gitmiş. Oralarda da tahıl bulamayınca çuvallarına Subatık köyünden kil doldurarak (Çamaşır yıkamak için sabun yerine kullanılırdı) merkebine yüklemiş ve yola koyulmuş. Bir de baktık ki hocamız göründü. İbrahim hemen, “Amcam buğday getiriyor, köye müjde götüreceğim” diyerek köye doğru koşmaya başladı. Hocayı köyde bekleyenler bu haber üzerine kalburlarını alarak tahılı yıkamak için suyun başına koştular. Fakat az sonra acı gerçekle karşılaşınca hayal kırıklığına uğramışlardı. Evet şartlar böyleydi.
-Yusuf Altaş Hoca Efendi başka ne iş yapardı?
-Sadece bizi okutmakla kalmaz, kadın erkek herkese vaz-ü nasihat ederek aydınlatırdı. Yeni yazıyı hocadan başka kimse bilmiyordu. Köyün okuma-yazma işlerini yürütürdü. Ahmet Hocanın vefatından sonra 1947 yılında köye imam oldu.
İbrahim Altaş (Emekli İmam) ile yapılan röportaj
-Hafızlığa başlamanızı ve nasıl okuduğunuzu anlatır mısınız?
-1943 Ekim ayında Osman Çelebi’nin hafızlık merasimi bizi kıskandırdı. O Tortum’da okuyup gelmişti. Biz de aynı zamanda amcam olan Yusuf Altaş Hoca’dan hafızlığa başladık. Bir sayfayı 33 kere okuduktan sonra ezberlemesi kolay oluyordu. Cumartesi, Pazar, bayram diye bir tatil bilmeden, davara giderken bayırda, tarla sularken suyun başında, oduna giderken ormanda dersimizi mutlaka yapardık.
-Yusuf Altaş Hoca geçimini ne ile sağlardı.
-Yusuf Altaş Hocamız rençber idi. Tarlasına gittiği zaman biz de peşine gider Ona yardım ederdik. Evi halkın medresesi gibiydi. Köylü toplanır, Onun okuduklarını dinlerlerdi. Günlük tuttuğu defterleri vardı. Gazete, dergi getirtip okurdu. İkinci cihan harbini gazetelerden izler, anlatırdı.
-Unutamadığınız hatıralarınız var mı?
-Birgün 15. cüzü ikindi vakti yapmıştım. Hocam eve geldi. Dersin yaptın mı diye sordu. Evet dedim. Dinledi kalktı gitti. Ertesi sabah arkadaşlarıma dedim ki ben bugün 16. cüzü okuyacağım. 15. cüzü verdiğimden haberleri yok. Dediler ki 15. cüzü atlarsan Hoca seni döver. Döverse dövsün dedim, sıram gelince başladım 16. cüzü okumaya. Hoca ses etmiyordu. Bitirdim, ondan sonra gerçeği anlatınca, bu defa arkadaşlarım evlerine gitmediler, 16. cüzü ezberleyip dinlettikten sonra evlerine gittiler. Birbirimizi kıskanarak okurduk. Yirmi ayda hafızlığımızı tamamladık.
Yine birgün Karataş mevkisindeki tarlaya orakları götürürken yolda gidip gelene kadar Cuma Suresini ezberledim. Rahmetli İbrahim Akçay çok daha çabuk ezberlerdi. Hocadan ders alırken en son O dinletirdi. Evde ders yapmaz biz derslerimizi dinletene kadar O da ezberlerdi. Hoca bunu farkedince, birgün hepimizden önce İbrahim Akçayı çağırdı. O da okuyamayınca mahrum oldu. Ondan sonra hazırlıklı geldi. Allah her ikisine de rahmet eylesin.
Harun Keleş (Emekli Öğretmen) ile yapılan röportaj
Merhum Yusuf Hocam gençlik yıllarında babamla çobanlık arkadaşlığı yapmış. Bu arkadaşlık sırasında babama “Çocukların büyüyünce gönder de birini hafız yapayım.” demiş. Ben 1956’da ilkokulu bitirince, bir yıl köyüm Alatarla’da rahmetli Osman Zengin Hocadan Kuran okudum. Ancak Hoca Orcuk köyüne imam gidince, babamda beni İnci köyüne gönderdi. Köye gittim. Hocanın evini sordum. Eve girdiğimde evinde hafızlığa çalışan talebeler vardı. Hocamın elini öptüm. Kendimi tanıttım. Arkadaşlarımın yanına oturdum. Hocam ezberleyeceğim yeri okuttu. “Yarın sabaha kadar burayı ezberle gel” dedi. Böylece râhle-i tedrisine başlamış oldum. O sırada Yusuf Altaş Hocam hanımı vefat ettiği için, onun değilde kardeşi merhum Hacı Ferhat Altaş’ın evinde ikamete başladım.
Yusuf Hocamla ilk karşılaştığımda Ona karşı içimde korku değil, büyük bir saygı ve ferahlık oluştu. Bir buçuk yıl boyunca hep böyle devam etti. Hocam, talebelerinin ruhî yapılarını çok iyi tahlil eder, onlara karşı engin müsamaha gösterirdi. Büyük bir psikolog gibiydi. Talebeyi hem eğitir, hem de okuturdu. Çok sabırlıydı. Bazen tarlalara ve çayırlara gider, oradaki işlerini görür, bizim de derslerimizi orada dinlerdi.
Yusuf Altaş Hoca, hal adamıydı. Çocuğuyla, genciyle, büyüğü ile hemhaldi. Onlar hocayı hem sever hem de sayarlardı. Köye gelen memurlar ve çevrede hatırı sayılın kimseler hocamın hoş sohbetinden çok memnun kaldıklarını ifade ederlerdi. Çok şey okuyup öğrenmek aşkıyla yanardı.
Merhum hocamızın o günlerin zor şartlarında başardığı hizmetleri unutmak ve takdir etmemek mümkün mü? Büyük bir Kuran hadimi ve dostuydu. Bazen düşünürüm, Yusuf Hocam değil de bir başka hocadan okumak durumunda kalsaydım, herhalde hafız olamazdım.
Evlerinde kaldığım Ferhat Altaş ile Nebile yengeme ve hasseten Hocam Yusuf Altaşa Cenab-ı Hakktan rahmet ve mağrifet diliyorum.
Müslim Demir (Emekli İmam) ile yapılan röportaj
Henüz 12 yaşımı yeni bitirmiştim. Sonbahar aylarından biriydi. Babam çocuklardan birisinin mutlaka hafız olmasını istiyordu. Bu sebeple benden önce abilerimi okutmuş ama onlar hafızlıklarını tamamlayamamışlardı.
Ninem İnci Köyünden geldiği için orada hafız yetiştiren Yusuf Altaş Hoca Efendiyi biliyordu. Bir gün köyümüz Çengelli’ye gelen, İnci Köyünden akrabam Mehmet Acarla beraber elime bir “Elif Cüzü” alarak İnci Köyü’ne gittim. Sabah ilk işimiz Hoca’ya gitmek oldu. İlk zamanlarda garipsedim. Ama kısa zamanda alıştım. Vücutça çok zayıftım. Öyle ki üfleseler devrilecek gibiydim. Zaman zaman çevreden bu çocuk okuyamaz dendiği kulağıma geliyordu. Yüzünden okumam bitip, iş ezbere gelince çok iyi okumaya başladım. Derslerimi hiç aksatmıyordum. Bir sabah dersimi iyi ezberleyememiştim. Hocam beni azarladı. Bu azarlama çok zoruma gitti. İki gün derse gitmedim. Tabi evden derse gidiyorum diye çıkıyordum. Kimse benden şüphelenmiyordu. İki gün sonra rahmetli Hocam Yusuf Altaş eve geldi ve benim iki gündür dersi gitmediğimi söyledi. Sustum. Hocam elimden tuttu ve evine götürdü. Dersimi dinledi. Sofra kurdurdu. Sofrada bir tabak da bal vardı. Biraz yedikten sonra bana ilerdeki küpü göstererek şöyle dedi. “Bak oğlum, bu gördüğün küp ağzına kadar bal doludur. Sadece üzerinde iki parmak kalınlığında zehir var. Gerisi hep bal. Eğer üzerindeki bu zehiri parmağınla azar azar yersen zehir biter ve bala ulaşırsın. Artık bal ömrün boyunca sana yeter. Okumakta öyledir. Şimdi zorluk çekersin ama hayat boyu rahat edersin.”
Hocamın bu nasihatinden sonra dersimi hiç ihmal etmedim. Ne de hocamdan en küçük bir azar işittim. Hocam derse gelmeyenin evine gider, onu evinde dinlerdi. Bana göre en üstün meziyeti, sabırlı oluşuydu. Herkesin huyuna göre davranırdı. Allah rahmet eylesin…
Çocukluğumuzun vazgeçilmez anılarından MIRMINCİKten bahsetmek istiyorum. Yaz aylarını çoğunlukta köyde geçirmeme rağmen uzun yıllardır bu çocukluk hatırasıyla kapımız çalınmadı. Şimdilerde unutulmuş gibi görünen bu geleneğin, başka yörelerde başka şekillerde devam etmesi bize, çok eskilerden, belki Orta Asya?dan, kalan bir miras olduğunu gösterir. Aslında çocukların yağmur duasıdır bu.
Eğer uzun zamandır yağmur yağmadıysa, kuraklık baş gösterdiyse, büyükler yağmur duasına çıkar küçükler de mırmıncik alıp kapı kapı dolaşırlar.
Önce temiz bir safağel(safağil) bulurduk. Ahır safağili değil tabii ki, kapı-baca safağili. Safağilin üst tarafına bir değnek geçirirdik ya da bağlardık; kol gibi olacak şekilde. Sonrada bulabildiğimiz eski-püski elbiselerden giyindirip kadın yada adam şekline sokardık.
Oltu taşı, Ülkemizde Erzurumun Oltu ilçesinin kuzeydoğu kesiminden çıkarılmakta olan yarı değerli bir taştır.
Oltu taşının diğer bir adıda Karakehribardır. Oltu taşı siyah, koyu kahve, sarı, nadiren de gri-yeşilimsi olabir. Bu maden esasında bir karbon bileşenidir, siyah renkli, kolay işlenebilen, bu nedenle de takı ve ziynet eşyası yapımında kullanılır. Genelde bayan takıları ve [tesbih] üretiminde önemli bir yere sahiptir. Yüzyıllardan beri yörede genellikle tek kişilik ve babadan oğla geçen ev-atölyelerde fazla bir değişikliğe uğramadan üretilmektedir. 3213 sayılı Maden Kanununda kıymetli taşlar arasında olduğunun tescili dahi yapılmıştır. Yakın tarihlerden itibaren Gürcistan üzerinden getirilen benzer özelliklerdeki taşlar Oltu taşı adı altında pazarlanmaktadır.Ancak bu taşlar kalitesiz, çabuk kırılganlık özelliğine sahip ve Oltu taşında bulunan siyah ve kahveregimsi özelliklerinin dışındadır. Kalitesinin düşüklüğü sebebiyle piyasaya ucuz olarak sürülmekte bu da hakiki Oltu taşı üretici ve pazarlamacılarının işlerini zorlaştırmaktadır.
Şimdiki festival havasındaki piknik günleri, dağ geleneği birkaç yıllık olabilir. Nitekim bu yıl bazı pankartlara yedi yıllık yazılmış. Ama ziyaret yerlerine gidip kurban kesme geleneği Kömürcüoğlu Kadir Altaş’ın görüşüne göre, Türklerin Anadolu’ya gelişi kadar eski. Köyümüzün hâlen en yaşlısı ve köyümüzün son Osmanlısı Cemile Nine de, dağ geleneğini sorduğumuz da “ne bileyim oğul, biz kalktık ziyaret günleri var, hâlâ da var” diyor. Cemile Nine’nin 1911 doğumlu olduğunu hatırlatalım.
Neredeyse bütün insanların ortak zevkler hamburger ve kola gibi geliştirdikleri, daha doğrusu bu zevklerin insanlara dayatıldığı bir dünyada, benim dönere övgü diye bir yazı yazmamı garipseyenler olabilir. Ne gam, ister garipseyin ister garipsemeyin, gene de buyurun döner muhabbetine.
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi, En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
M. Akif Ersoy
Oltulular’ın Oltu dışında karşılaştıklarında sohbetlerinin dönüp dolaşıp dönere gelmesi şaşırtıcı değildir. Zaten birbirlerine verdikleri ilk haber de yeni açılan döner salonlarıdır. Aydınlanma devri Fransa?sındaki ?edebiyat salonları?na inat, Oltulular?ın ?döner salonları?… Muhteşem! Bu döner salonlarının İstanbul?da, Ankara?da, Bursa?da hulasa her şehirde nerede oldukları bellidir, erbabınca iyi bilinir ve keyif kabilinden de olsa mutlaka bir iki cağ yenir.
Geçen sayıda yazımıza insanların geliştirdikleri ortak zevklerden söz açarak başlamış ve “Dönere Övgü”yle bir geleneğe işaret etmiştik. “Dönere Övgü” yazarı bu defa “Dönere Yergi” yazıyor. Övgüden sonra yergi. Ama dikkat sövgü değil!
Post-modern olan yerelliği, çok sesliliği ve farklı kültürel değerleri barındıran bir tarz olduğuna göre dönere övgü yazılabilirdi ve yazıldı. Eskiden ?herfene arifane? yapılırmış ve biz de ucundan kıyısından yetiştik bu güzel adete. ?Herfene?de esas olan, yiyecek namına evde ne varsa onu alıp eğlence evine götürmek ve ortak malzemeden yemek, ekmek, tatlı vb. yapmak ve hep birlikte yemekti. Biri yağ, biri un, diğeri şeker, öbürü su getirir ve helva yapılırdı. Zengin fakir ayrımı ortadan kalkar, herkes aynı sofraya çökerdi.
Düşündüm de bir yergiyi de hak eder döner. Kebap mı demeliydim yoksa? Her neyse… Ama belirtmeden geçemeyeceğim bir şey varsa o da kebabın parasal açıdan zenginlere özgü bir damak zevki olması gerekirken, zengin fakir herkesin bu zevke katıldığıdır. Nasıl mı?